19 Aralık 2008 Cuma

Neden yazmaya başladım?

Zihninizin akmaya başladığını hissettiğiniz oldu mu hiç? Düşünceler, yıllar boyunca zihninizde birikir, birikir… Mağaralarda tavandan sallanan sarkıtlar gibi ucundan habire yere damlatır, damlatır… Sonunda beyin kıvrımlarınız tortul kayaçlara dönüşür. Birbiri içine karışmış harfler, sözcükler ve kelimeler, anlamsız katmanlara dönüşür, gün gelir de belki işe yararız umuduyla sessiz sedasız kaderlerine razı olup öylece bekleşir dururlar.

Yapayalnız…
Bir süre sonra düşünce tarlaları biçilmedikleri için boyları tavana kadar ulaşır, beyin duvarlarından çıkmak için sizi rahatsız etmeye başlarlar. Öyle bir rahatsızlıktır ki ne yapsanız faydası yoktur, el mahkum yazacaksınızdır artık! Yoksa çok değil az bir zaman sonra hücreleri patlatmış harfçikler ordusu uzaya dağılır, bilinmeyen boşlukta pervasızca dolaşırlar ve kaybolup giderler.

Sonsuza dek…

Tüm bu birikintilerin oluşması ne kadar zaman almıştır oysaki. Saatler, günler, yıllar… Tüm yaşamınız boyunca biriktirmişsinizdir onları, emek emek… Ve bir çırpıda yok olmalarına gönlünüz el vermez, ‘Tamam, vakti gelmiştir artık!’ dersiniz ve yazmaya başlarsınız. Bu cümleler size tanıdık geldi mi? Geldiyse…

‘Hoş geldiniz dünyama, şeref verdiniz!’

Yazmak için her şeyden önce bolca okumak gerekir derler. Bence eksik bir düşüncedir bu. Okullarda öğretmenlerimizin bize okuma alışkanlığı kazandırmak için okutturdukları kitapların, daha sonrasında istenilen özetlerin ve Türkçe yazılılarında yazdırmaya çalışılan kompozisyonların kaçımıza faydası olmuştur dersiniz? Sanırım bana faydası oldu ama gerçekten okuduğumuzu anlayarak okumamızı öğretselerdi çok daha iyi olurdu diye düşünmekten kendimi alamam çoğu zaman. Hadi, çoğumuza yararı oldu diyelim, ya sonrası? İçimizde gizli kalmış ve bir şekilde bastırılmış yazma hevesimizi nasıl ortaya çıkarmalıydık? İşte burada okumanın yanında başka unsurlar devreye giriyor. Olmazsa olmazlarınızdır onlar ama zamanınızı sizden çalacaklarını da unutmamalısınız.

Ben gibi ondan bundan her şeyden öğrenmeye hevesli ve sonucunda aklı dağılmış insanların kendilerini toparlayıp içindekileri doğru yöne kanalize edebilmeleri biraz zaman alır. Çünkü çocukluğunuzdan beri yapmak ve öğrenmek istediğiniz o kadar çok şey vardır ki daldan dala atlamanız da kaçınılmaz olur.

Önce müziği keşfedersiniz. Müziğe aşık olur, müzikle yatıp müzikle kalkarsınız. Üç yaşında başlayıp günde en az beş saate yakın dinlediğiniz müzikleri yıllara yayarsanız alın size dünya kadar müzik dağarcığı ve tekrar edile edile beyninize kazınmış müzik sözleri! Düşünce mağarasının temeli, müzik notalarıyla atılmış hatta üst katlara bile çıkmaya başlamışsınızdır artık!

Sonra televizyonu keşfedersiniz, binlerce kare zihninize işlenir, hatta bazı kareler çok beğenildiği için tekrar tekrar üstünden geçilir. Şansınız yaver gider de neleri izlemeniz gerektiğinin bilincine varırsanız beyin kıvrımlarınız daha da genişlemeye başlar. Tabi benim gibi hayal gücü elindeki tek yeteneği olan bir çocuk için izlenebilecek tek şey çizgi filmlerdir. Çizgi film diye gülüp geçenlerin ne kadar yanıldıklarının kanıtı nacizane yazdığım yazılar olacaktır.

Sizin daha aklınızda yazmanın y’si yokken yine öğretmeniniz tarafından aklınızın bir köşesine sıkıştırılmış günlük yazma işine el atarsınız. Küçük olduğunuz için daha 7. sayfada sıkılır, koca defteri rafa kaldırırsınız ve yaprakları sararana dek bir daha yüzüne bakmazsınız. Hayat verdiğiniz ilk yazınız da muhtemelen şöyle olacaktır:

17.1.1986/Cuma
‘Bugün kalktım ve elimi yüzümü yıkadım. Bugün yazılımız vardı. Birazcık ona çalıştım. Yazılımı çalıştıktan sonra yemeğimi yedim. Önlüğümü giyip beslenmemi hazırladım. Dışarı çıktım. Hava çok güzeldi ve sonunda okuluma vardım. Arkadaşlarımla biraz oynadım, zil çaldı ve andımız okundu, içeri girdik. Öğretmenimiz geldi ve hemen yazılımız başladı. Yazılım çok iyi gitti. Çünkü çok kolaydı…’
…diye devam eden cümleler! Nasıl size de tanıdık geldi mi? Oldukça komikmiş benimki!

Bilinçaltınız, her kırtasiyeye gittiğinizde size kalem ve silgi almanız gerektiğini söyler ve ilk koleksiyonculuk yaşantınız başlamış olur. ‘Çocuğum herkes gibi sen de pul koleksiyonu, börtü böcek, yaprak koleksiyonu yapsana!’ serzenişleri her seferinde cevapsız kalacaktır, çünkü çocuk aklınızla siz de ne yaptığınızın farkında değilsinizdir. Babanızın size getirdiği eşantiyon defter ve kalemler de ekmeğinize yağ sürer, koleksiyon hızla büyümeye başlar. Yıllar sonra bu kadar çok silgiyi neden almışım diye kendinize sorduğunuzda verebileceğiniz tek cevap bilinçaltınızın oynadığı oyunun size pahalıya mal olduğudur!

Ortaokul çağlarında ödev olarak verilen bir gazeteye gidip röportaj yapma işi çok hoşunuza gider. Akabinde yıllardır hayal edilen doktor olma fikri yerini gazeteciliğe bırakır. Dedim ya, o zamanlar her şeyden olma hayalleriniz vardır, istekleriniz ve hayalleriniz sürekli değişmektedir. Gazeteci olma fikriyle elinizdeki harçlıklarınızı komşu apartman çocuklarıyla birleştirip ilk derginizi çıkartırsınız. Ve mahalleye derginizi üç kuruşa satarsınız. Yıllar sonra gazetecilikten çok uzak bir üniversite bölümünde okurken kendinizi yine bilim ve teknoloji dergisinin editörü olarak bulmanız sizi oldukça şaşırtacaktır. Yurt arkadaşınızın ‘Neden gördüğün rüyaları yazmıyorsun?’ yönlendirmelerini bile kulak arkası edip inatla yazmanız gerektiğini kabullenmezsiniz.

Elbette bu süre zarfında okumayı elden bırakmazsınız. Masal kitaplarıyla başlayan serüven, giderek daha kalınlaşan romanlara bırakır kendini. Size bir şeyler verebilen, öğreten kitaplar itinayla seçilir. Zira günlük hayatı anlatan romanların sıkıcılığından olsa gerek, ‘Ben bu romanı yazmış olsam şu şekilde yazardım, burasını şöyle değiştirirdim’ diyalogları zihninizde dolaşmaya başlar. Bir çeşit eleştiri mekanizması geliştirirsiniz. Tabi kendi çapınızda! Yılların size kattığı bir öğreti de, zevklerin ve renklerin kişiye göre değiştiğidir. Nedense komplike yazıların ve sözlerin üzerinde gerektiği kadar düşünülmemesinden kaynaklanan anlaşılamama ve fazla rabet görmemesinden dolayı satış rakamlarının düşük olma gerçeği ile yüzleşmişsinizdir. Ama siz yine de kolaya kaçmaz, inatla zor okunanları seçersiniz. Kitaplık, dönem dönem duyulan ve çabuk değişen ilgi alanlarına göre zenginleşmeye başlar. Sigara gibi gereksiz bir ilgi alanına para yatırmaktansa harçlığınızı müziğe, kitaba ve sinemada harcamayı tercih edersiniz. Bence iyi de edersiniz!

Ve yine yıllar sonra okulu bitirip bölümünüzle ilgili olmayan işlerde çalışırken web sitenize yazdığınız yazılardan dolayı web sitesi yazarlığı teklifleri alırsınız. İlk profesyonel yazınız bir sitede yayımlanır. ‘Kalemi güçlü’ etiketi üzerinize yapıştırılmıştır. Ama beyninize kazınmamıştır.

İçinizde, bir şeyler yaratma ve başkalarıyla paylaşma isteği sürekli bastırır. Bunu yapmanın en iyi ve en kestirme yolun en nihayet yazmaktan geçtiğinin farkına varırsınız ve yazmaya başlarsınız.

Ve o anda anlarsınız ki yazmak sizi daha da anlamlandırıyordur. Daha mutlu ediyordur.

Bir daha kalemi, defteri, silgilerinizi bırakmamaya söz verirsiniz. Mürekkebiniz bitene kadar yazmaya devam edersiniz.

E

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder