28 Aralık 2013 Cumartesi

5 Milyar bakımı gelmiş de geçiyor dünyanın...



Görünen o ki çivisi çıkmak üzere güzelim dünyamızın... Acısıyla tatlısıyla yaşamak güzeldi amma tatlı anılar da yavaş yavaş tükenmekte. Çiviyi yerine oturtabilmek için çarkı döndüren balataları sevgiyle doldurmak gerek ama nafile!
Tamire başlayacaksak eğer ilk önce şu hakimiyet kurma isteğini bir baltalamamız gerekiyor. Öyleyse 'Kimler hakimiyet kurmak ister?' sorusuyla başlamamız gerek. Tabii ki kendini yalnız hisseden ve korkan insan hakimiyet kurmak ister derim ben. Bu duygularını yenemeyen insan, giderek daha da alıngan olur. İçine sindiremez yapılanları, alınganlık aşağılık kompleksine dönüşür. Sonra gittide kibire...
Ve doğruyu söylemem gerekirse bu hal ve davranışlar, kadınlarda çok daha fazla gözlemlenmekte...Ve ne yazık ki yetiştirdikleri nesiller de bu davranışları doğruymuş gibi kendi hayatlarına adapte etmekte...
İşin kötü tarafı bu tip insanları tamir etmek için onlara güzellikle yaklaşıp duygularını okşayacak sözler söylerseniz muhtemelen sadece egolarını şişirmekten başka bir şey yapmamış oluyorsunuz. O zaman karşınıza bir değil beş bilinmeyenli denklem çıkıyor!
Bu tip insanlar aynı zamanda eleştiriye de gelememekte... Güzellikle de söylesen kızarak da söylesen içinde değişmeyen çekirdek inançlar var. Yerleşmiş bir kere, ne ile temizlersen temizle çıkmıyor leke... Hırs ve kıskançlıklarını da dizginleyememekte... Ahh bir törpüleyebilseler bu yanlarını keşke!
İnsanoğlu'nun çağlar boyunca egolarını görmezden gelmesi de çok acı! Çocuklarımıza güzel bir dünya bırakalım derken daha da berbat ettik her şeyi... Bilinç diyoruz, daha çok okumalı, gelişmeli diyoruz ama sonuç ortada! Bir arpa boyu yol alamadık nasılsa...
Bir de 'Yükselme hissi' var. Sorarım, neye ve kime göredir yükselmek? Ne için yükselir insan, bu bir! Parayla eş değerde midir sevgiyi, kardeşliği paylaşmak, bu iki... Bunları hangi para birimi alabilir de yerine koyabilir ayrıca, etti üç!
Oysa ne güzeldir ekmeğini paylaşmak, bir arkadaş sohbeti, babayla tartışılan devlet meseleleri, öğrencilerin sımsıcak sarılmaları,yeni kesilen armutun kokusu, çimin üstündeki uğur böceği, şekilden şekile giren bulutların güzelliği,üstüne yeni kar yağmış bir dağın zirvesi,seni seven insanların tatlı bakışları...
Yeni nesillerimize bilgiyi öğretmekten daha çok, onları hayata hazırlamalıyız diye düşünmekteyim. Evvela bir oturmasını, kalkmasını öğrenmelidir insan. Diline hakim olup, karşısındakine kardeşçe yaklaşmalıdır, sevgiyle... Sevilen insan korkmayacağına göre, egolarını da unutup gidecek elveda dercesine...
Bu arada,
Dünyayı değil kendini değiştir önce diyen zihniyete de bir çift lafım olacak:

 'Ya bazılarımız değişmiş ve sıra dünyaya gelmişse..!'

E

3 Kasım 2013 Pazar

Yazı




Yıllardır kendi yazı stilimi yazamamaktan şikayetçi idim. Büyük ve küçük harflerin yanında bazı sembolleri de yazı stilime eklemiş, kendi yazı stilimi ortaya çıkarmıştım.
Takdir edersiniz ki hem resmi yazışmalarda hem de öğretmenlik yaşamım boyunca kurallara uygun bir başka yazı stilim olmak zorunda idi. Çok da alışkın olmadığımdan ve de zoraki olduğundan bu yeni yazı stilimi beğenmiyordum.
Yeniden öğretmenliğe başladığım şu günlerde öğrenciler için çıkardığım özetlerde de yine bu zoraki yazı stilimi kullanmaya başladım. Fakat, öyle bir şey oldu ki...
Bana kargacık burgacık yazımı gören öğrenciler; 'Öğretmenim ne güzel yazınız varmış.'
deyince çok şaşırdım. Nasıl beğenebilirlerdi ki! Nedenini düşününce anladım ki, yazıları benden daha kötü olduğu için benim yazım onlara güzel geliyordu!
Buradan çıkacak ders bence şu olmalı:
İnsan aslında hep orta noktadadır. Yeteneklerini sizin kadar geliştirememiş insanlar olacağı gibi, sizi katlayan insanlar da mevcuttur. Dolayısıyla insan kendini ne hor görmeli, ne de yüksekte...


 Sevgi ve selam sizlere...

tuğba ünsal

20 Ekim 2013 Pazar

Farkındalık



İnsanın en büyük yanlışı, en yakınındaki insanların sorunlarıyla uğraşmayıp ya da başarılarını takdir etmeyip uzaktaki insanların sorunlarına çareler aramak ve yaptıkları işleri göklere çıkarmaktır...Bunu farkettiğimiz ve düzeltmek için harekete geçtiğimiz anda dünya daha yaşanılır bir yere dönüşecektir.
tuğba ünsal
20.10.2013
12:15




12 Eylül 2013 Perşembe

O kadar basit ki





Hayat o kadar basit ki aslında,
Bilmece haline getirmemiz sadece can sıkıntısından
O kadar kolay ki aslında,
Sadeleşmenin verdiği dayanılmaz hafiflik...
Getirir sana en güzelinden mutluluk
Kabuklarını attığında,
Bir Lotus çiçeği gibi açtığında
Göreceksin içinde var olan sadece...
Sevgi

Bırak inadı da gel yanıma
Sevgiyle açmış çiçeklerimizin yanına
Hem çeşitliliği savunup senden olmayanı ayrı koyma
Kendi doğrularını da ilahlaştırma
Zira kibirlilere savaş açmış görünsen de
Kendin kibirli görünmektesin, unutma
İçinde sadece sevgiyi barındırırsan eğer
Affedebilirsen her şeyi,
Gerisi çorap söküğü gibi gelecek
Güven bana

tuğba ünsal
12.10.2013



Not: Fotoğraf internetten alıntıdır.

5 Eylül 2013 Perşembe

Sır





...
Oysa insan, kıyılara vuran denizler kadar özgürdü. Kaçmaktan bıkmanın verdiği son bir hamleyle harekete geçmeli insan, parmakla sayılanın başarabildiği gibi... Sonra o noktada durup düşünmeli insan...İçinde ne var ne yoksa bırakmış olmasına borçluydu aslında, o kadar açıktı ki herşey!
Tertemiz olmak bu demekti. Tüm engellerden arınmış olmak, biriktirilmiş tüm anılardan kurtulmuş olmak ve akabinde derin bir huzurun getirmiş olduğu tarif edilemez mutluluktu tattığı...
Demek ki herşeyin bir zamanı olması, bir ağaç gibi yeşerip olgunlaşması bu demekti insanın... Kuş kadar hafif hissetmek ve özgürce uçmak bu demekti. Kim istemezdi ki!
Yaşarken öyle engellerle karşılaşıyor ki insan, sonradan anlıyor en büyük engelin kendisi olduğunu... Çocukken genelde anne babasının öğrenilmiş çaresizliklerini devralıyor. Akabinde yetiştiği çevreden... Bir parça arkadaşlarından, dolayısıyla onların ailesinden gelen öğrenilmiş çaresizlikler ekleniyor. Sonra çevre yetmezmiş gibi en çok kendiyle boğuşuyor insan.
Karmakarışıklık içinde nasıl bulacak ki kendini insan? Bu noktada cevap, mısralara dökülüyor bir bir...

Öyle biricik öyle özel ki insan aslında
Önce kendiyle savaşıyor çözülemez bir ruh edasıyla
Her insan kendini bulmak için geliyor aslında dünyaya...
Kendini tanımaya çalışıyor peşi sıra...
Kendini erken teşhis edebilen insan kazanıyor nasılsa...
Ama bir kendini buldu mu sonunda
Cennetin kapıları açılıyor sevgi yoluna
Öyle bir his ki bu,
Tarif edilemez yaşanır uğruna...
Geçilemez dediğin tüm engeller
Bir bakmışsın çiçek olmuş, dönmüş sana
Tavsiyemi sorarsan dostum
Önce maddi dünyayı bırakmalısın
Büyüğe değil küçüğe inanmalısın
Bir bakmışsın sonra,
Suç bulduğun ne varsa,
Uçup gitmiş sıra sıra...
Ve...
Akabinde dönecektir senin için dünya

Not: Bu yazı sevgiye inananlara adanmıştır. Fotoğrafı Selimiye'de çekmiştim.

31 Ağustos 2013 Cumartesi

Kimim ki ben?




Çoğu insanda olduğu gibi nereden nereye gelindiğinin hikayesidir benimki de... Kimya okurken neden takı tasarıma ilgi duyduğum, kütüphanede finallere çalışmam gerekirken neden astronomi dergilerini karıştırıp akabinde sınıfta kaldığımın hikayesidir belki de... Çok fazla alana ilgi duyup, içimde bir güzel karıştırdığım ve en nihayetinde kendimi bulmamın hikayesidir kesinlikle...
Aslen içimdeki üretme isteği çocukluktan kalmadır. Deneysel ve bir o kadar da yeni şeyler keşfetmem gerekliliği içimde sürekli beni kışkırtmaktaydı. Halen daha öyle... Neden kimyayı ve sanatı seçmiş olmamı da bu içsellik açıklıyor sanırım. Yeni şeyler öğrenme açlığım sanırım hiç geçmeyecek. Geçmesin de!
Denizli'deki hikayem kimya öğretmenliği, 2004 yılında takı tasarım atölyesi ve akabinde dönüşen bir cam atölyesiyle başladı herşey. Ama herkes gibi cama başlamadan önce seramik işin içine girmişti hayatıma... İnsan sanat okulundan mezun olmasa bile nereden başlaması gerektiğini yine bu içsellik söylüyor sanırım. Arada seramik hamurunu elime alıp oynamak hala zevklidir benim için...
Cama başladığımda bir savaşa girdiğimin çok farkındaydım aslında...Cam ile benim aramda bir savaştı bu. Elbette hep onun sözü geçiyordu başlarda... Hata yaptığımda ise elime 'Cısss' diye dokunuyordu. Bir öğretmenin öğrencisinin uyardığı gibi... Daha dikkatli olmam daha kendine odaklanmam gerektiğini fısıldıyordu hep. Dokuz yılın sonunda bazen yenebiliyorum onu... Ama fazla değil!
Bugünlere gelirsek sanırım cam konusunda literatüre geçmek üzereyim. Geliştirdiğim tekniğe 'Mandrel üzerinde serbest şekillendirme' adını vermiş Anadolu Üniversitesi Cam ve Seramik Bölümü öğretim üyesi... Onur duydum. Tüm kalbimle de buradan kendisine teşekkür ediyorum.Tezinde yer vereceği bu teknik umarım vatana millete hayırlı olur.
Tekniğin çıkma sebebi hikayeler... Çocukken okuduğum masallar ve çizgi filmlerin etkisi ile sanki bir çocuğun hamurla elinde şekillendirdiği gibi ben de elde şekillendirilmiş cam objelerle hikayeler yaratıyorum. Bu objeleri birleştirip genelde de kolyeye dönüştürüyorum. Elbette her hikayede olduğu gibi bu hikayelerin de bir ana fikri var;
'Doğayı ve hayvanları sevelim'
'İnsanları sevelim. Daha iyi bir insan nasıl olabiliriz?' gibi...
Genel söylemek gerekirse insanı mutlu edecek ve onun refahını sağlayacak her türlü fikir bana ilham verir. Yapmaya çalıştığım kesinlikle, iyiliği ve dürüstlüğü aşılayarak insanlar için mutluluğun kapısını açmak... Hem de sonuna kadar!
Tekniği özetlemek gerekirse eğer; mandrel dediğimiz cam boncuk yapımında kullanılan çelik çubuk üzerinde heykel boncuklar yapıyorum. Heykele önden bakıldığında hiçbir delik görünmemekte... Fakat yandan görülebilen delik sayesinde istenirse heykel, bir boncuk gibi ipten geçirilerek takıya dönüşebiliyor. İster evinizin bir köşesinde, ister çerçeveleyip duvarınızda, isterseniz de boynunuzda şık bir kolye oluyor.
Sonuçta çıkan ürünümüz tavlanmak için fırına koymaya gerek duyulmadığı için hem zamandan hem de enerjiden tasarruf sağlıyor. Kısaca söylemek gerekirse endüstriyel tasarıma uygun hale geliyor camımız.
Bunun yanında aileden gelen genlerin isteği üzerine biraz resme başladım. Amaç yine Türkiye'ye yeni bir değer katabilmek... Bunun için Celal Günaydın'dan aldığım desen dersleri yardımcı oldu. Soyut Ekspresyonizm, Kübizm ve Orfizm akımlarının birleşimi gibi görünen tablolarım, mümkün olan her ton akrilik boyanın soyut çizilmiş desenler üzerine aktarılmasından oluşuyor. Her bakanın kendi ruh haline göre şekillenen bu çizim ve renkler aslında bakanın hayal gücünü arttırmayı amaçlıyor. İleride Otistik ve odaklanma problemi olan çocukların iyileştirilmesine yardımcı olacağı inancındayım.
Elbette tablolar yine kendi yaptığım cam ve seramik objelerle tamamlanmakta... Sanırım 'İçinde cam olmayan benden değildir' diyebilirim.
Bu arada camın farklı bir tekniği üzerinde yoğunlaşmak amacıyla yine Cam Ocağı Vakfı'na giderek İtalyan sanatçı Pino Cherchi'den kuma döküm tekniğini öğrendim. İlerde bu tekniği kullanarak cam ile resmi birleştirmeyi ummaktayım.
Malum hikayelere olduğu kadar yazmaya da merakım var. Dolayısıyla bu yıl içinde 5 yıldır hala bitiremediğim romanım ve şiir kitabımı bitirmeyi tasarlıyorum. Bir de sergi açabilirsem muhteşem olacak.
Cam boncuk kursları yanında seramik dersleri için Efruze Cam Tasarım'ı ziyaret edebilirsiniz. Bir kahveyle başlayacak arkadaşlıkları ve sohbetleri ne kadar çok sevdiğimi söylemek isterim.
Yeni yazılarımla yine 'Ve Kadın' dergisinden buluşmak üzere...
Sevgiyle kalın.
:)

Not: Resimdeki tasarımımın adı 'Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'

6 Ağustos 2013 Salı

Bilmece




Bilmece

Uzayıp giden geceler de vardı
Kısalıp giden ömürler de...
Anlaşılmayı bekleyen niceleri gibi
Karanlıkta kalmış küçük bir çocuk gibi
Yalnızdı sadece insan
Kemikleşmiş yara gibi

Sadede gelecek olursak
Hayat bir hüzün kadar uzun
Bir mutluluk kadar kısaydı aslında
'Öyleyse ne yapmak gerek?' sorusuna
'Değer' katabilmektir yaşama
Hiç olmadığın kadar özgür
Hiç yaşamadığın kadar huzur bulursun
İnan bana

Öyleyse yeni baştan,
'Sev' hayatı
Ve içindeki tüm canlıları...
Kavgayı bırak
Sal, içindeki saklı canavarı
Dua etmeyi de unutma ona
Bir gün yola gelir o da nasılsa...

tuğba ünsal
6.8.2013
11:31







31 Temmuz 2013 Çarşamba

Hayaller gerçek olsa!




 Hayaller gerçek olsa!

Yazıyı yazmam yine bir felaket sonrasına tekabül ediyor. Nedense her türlü felaket ve acı beni yazı yazmaya zorluyor diyebilirim. Allah sonumu hayretsin!
Neyse, gelelim sadede... Tahmin edileceği gibi yine bir orman yangınına çok üzüldüm. Çanakkale'de 100 hektarlık orman yok oldu. İçindeki tüm canlılarla beraber...
Yani bu çağda kasti yapılmıyorsa eğer hala orman yangınlarında yüzlerce hektarlık ormanlarımızın yok olmasına inanamıyorum. Teknoloji var, birimler görev başında -ki canla başla çalıştıklarını birinci elden biliyorum- hala yanıyor ve elden birşey gelmiyor arkadaş!
Şunu, hemen burada kabul edin;
'Orman yoksa, oksijen yok... Dolayısıyla hayat yok!'
Bu kadar basit!
Görmekte zorlanan varsa lütfen şişe dibi de olsa gözlüklerini taksın. Öyle veya böyle kaynaklar hızla tüketiliyor. Ve insan nesli katlanarak çoğalıyor. Kaynak yok, insan çok, ne olacak? Tabi ki savaş olacak. Hem de çok daha vahşi bir şekilde... İnsanın birinci iç güdüsü olan kendini koruma, ailesini koruma olduğuna göre millet birbirinin boğazına yapışacak. Üzgünüm ama durum kısaca bu!
Bir an önce yeni çareler aranmalı, uygun bulanlar hemen harekete geçirilmeli diye düşünüyorum. Ben de kendimce bir hayal kurdum. Yazının esas konusu bu!
Şimdi... Diyorum ki;
Devlet, yanan orman arazilerini belirlese, bu arazilerin dikim zamanı gelmiş olsa ve tüm ülkedeki insanları bu araziye davet edip bir festival düzenlese? Adı da...
'Uluslararası Ağaç Dikme Festivali' olsa...
Hoş olmaz mı?
Yani eli kürek tutan tüm doğaseverler çağırılsa, müzik eşliğinde insanlar belirlenen ağaçları o araziye dikse... Hep beraber bir bütün olmaz mıyız dersiniz? Sosyallik desen orada, dünyaya bir iyilik yapmış olmanın verdiği mutluluk hepten orada olacağı kesin!
Şenliğe katılan insanlara çiçek tohumlarından ve doğayla ilgili kataloglar dağıtılsa hatta katıldıkları için bir belge verilse onurlandırmak için ne güzel olur.
Şimdi hayalimizi biraz daha büyütelim.
Diyelim ki bu ağaçlar meyve ağaçları olsun. Ağaçlar büyümeye ve meyve vermelerine yakın devlet bu araziye bir meyve işleme fabrikası kursa?
  1. İstihdam sağlanır.
  2. Toplanan ve işlenen meyveler değerlenir. Organik meyve suları ve reçeller -ki burada annemizin evde yaptığı gibi meyse suları ve reçellerden bahsediyorum- piyasaya verilir ve bir kazanç elde edilir.
  3. İsteyen insanlar fabrikaya parasal ve manevi destekte bulunabilsin.
  4. Elde edilen kazançla bir taraftan yeni fideler yetiştirilir ki yeni yanan yerlere de bir yandan fide gönderilebilsin.
    Bakın, gittikçe istihdamı arttıracak eleman sayısı artıyor.
  5. Zamanında ağacı diken insanlar kaydedilmiş olsun ki bu insanlara bu ürünler daha ucuza sağlansın. Belki de satışın karından bir kısım onlara sürekli verilir. Amacımız, hem ormanların dünyaya tekrar kazandırılması, ekonominin dönmesini sağlayarak ülke ekonomisine ve halkına dönüşünü sağlamak olmalıdır.
  6. Ayrıca yeni ormanımızda yeni dostlarımızı tekrar görmek bizi daha da mutlu edecektir eminim. Kuşundan tavşanına, tavuğundan karıncasına, köstebeğine kadar yeniden orada olacaklarına inanıyorum.
    1. Büyümüş yeni ormanımızda tohum takas şenlikleri yapılabilir. Yurtdışından davet edeceğimiz misafirlerimiz bizlere saf kan tohumlar getirebilirler, bizler de onlara verebiliriz.
    2. Ölen ceviz ağaçlardan mesela organik sandalyeler masalar yapılıp yine satışından gelir sağlanır.
    3. Bir filmde izlediğime göre kurumuş yaprakları presleyip içine grafit koymak üzere yeni kurşun kalemler yapılıyordu. Biz de yapabiliriz. Alın, ekonomiye sağlanacak bir değer daha...
    4. Reçinesi bile değerlendirilir, istendikten sonra...
    5. Arıcılık teşvik edilebilir istenirse...

Saymakla bitmeyecek gibi, aklıma şimdilik bu kadar geliyor.

Düşünün bir;
Hollanda'nın göğsünü gere gere lale tarlalarını insanlara göstermesi gibi bizler de göğsümüzü gere gere meyve bahçelerimizi göstersek? Hem doğa hem biz kazanıyoruz desek?
Hoş olmaz mıydı?

Doğaya dost nice mutlu günler :)
tuğba ünsal
31.07.2013
14:05

19 Temmuz 2013 Cuma

Bizler aynı taraftayız aslında...




Bizler aynı taraftayız aslında...

İnsan değil miyiz sonuçta... Kalplerde yeşeren de aynı, duyguların hepsi de... Aynı zorluklardan geçip, benzer şeylere gülüyoruz.Mesela kimse dayanamıyor bir bebeğin sıcak gülümsemesine... Aynı şekilde ansızın son bulan ölümlere...Bir günebakanın güzelliğine dayanamıyor kimse...Aynı şekilde gereksiz baltalanan fideye...
Akıllardan çoğunlukla çıkan nedir derseniz? Her seferinde 'İnsan' olduğumuzu unutuyoruz. Yani bir yanımız hep yalnız mıdır nedir, illa bir arıza çıkarıyor. İtişip kakışmalar, ben haklıyım sen haksızsın demeler... Bir üstünlük kurma çabası nereden geliyor arkadaş? Senle ben aynıyız, aynı temennileri istemekteyiz, öyle değil mi? Çocuklarımıza daha güzel bir gelecek bırakma değil midir çabamız? Onlar için güven dolu, daha yeşil bir dünya bırakmak istemez miyiz? Suyu gürül gürül akan şelaleler, kuş cıvıltıları arasında binecekleri bir salıncak belki... Hayvanlarla dost olmuş çocukları görmeyi kim istemez? Huzurun tanımını yapacaksak bu dünyada, burada anlatılanlar hayal olmamalı... Dünyaya ve çocuklarımıza borçluyuz bütün bunları...
Eskiden 'Eğitim şart!' diye çok yazılıp çizilirdi. Gereksiz beyinlere yüklenmiş ezber cümleler yerine daha hayatla bağdaşık, daha kullanışlı ve harekete yönelik eğitim sisteminin gerekliliğinden yanayım. Zaten bilgi dediğin artık bir tık kadar yakınında... Niye meşgul edilsin ki beyinler? Onun yerine ruhsal amaçlar edinilmeli ve edindirilmelidir bence. Sonuçta tarih denilen olgu, sürekli hafızasına kaydetmekte. İstenilen zamanda da açıp okunabilmekte...
Sadece ve sadece ulvi değerlere odaklanılırsa dünyayı daha güzel bir hale getirebiliriz diye düşünmekteyim. Mesela eskiden derslerde görgü ve nezaket dersleri okutulurmuş. Yine okutulmalı, anlatılmalı... Nasıl sevgi ve saygı çerçevesinde yaşayacağımız, insansı değerlerin aşılanması her bakımından önemli bence. Gerçek kardeşin için istediğini karşındaki insan için de istemek, onun mutluluğunu istemek senin de mutluluğun olmalı bence...
Aynı şekilde sadece kendi çocuğunu değil, dünyadaki tüm çocukları kucaklayabilmelidir insan dediğin... Sadece kendi aileni değil, komşunu, şehrini, ülkeni kısaca tüm dünyayı sevebilmelidir insan... Taşını, toprağını ayırmadan...Kuşunu, böceğini bir kenara atmadan...
Belki bu noktada, dedikleri gibi önce 'Kendini sevebilmelidir insan'
Ha gayret!
Yapabiliriz bunu çoğu zaman
Döner gelir dolaşıp durur iyilikler
Hiç nefret barındırmadan...
Egoyu yerle bir edip,
Kalbi büyütmelidir her zaman
Haydi kalın sağlıcakla,
İçinizdeki umudu hiç unutmadan!

tuğba ünsal
19.7.2013
11:29

Not: Fotoğraf, internetten alıntıdır.

11 Temmuz 2013 Perşembe

Büyüyememiş çocuğa mektup




 Sevgili bedeni büyümüş ama fikirleri çocuk kalmış insanım,

Dön de bak bir aynaya...Nasıl da kocaman bir insansın değil mi? Bak, burnun büyümüş, ellerin kolların kocaman... Bak, ayakkabıların bile kocaman artık. Ayağını ayakkabı içinde rahatsız edecek kadar...
En önemlisi ne biliyor musun? Gözlerin! Çünkü gözlerin seni ele veriyor, ne kadar yaşlı olduğunu gösteriyor. Ama bu beden yaşın değil, ruh yaşın...Ruhun o kadar yaşlanmış ki seni nerdeyse tanıyamayacağım artık! O derece yaşlısın, bir o kadar da yalnız...
Neden diye sorarsan, dünyaya öyle kaptırmışsın ki kendini, ruhun kabına sığmaz hale gelmiş.Sürekli orada seni sıkıştırıyor. O kadar hırs dolusun ki önüne geçen herkesi, herşeyi içine almak, öfkeli bir lav gibi içine katmak istiyorsun. Sürekli ama sürekli diğer insanların haklarını gaspedip, üstelik fitne fesat yayarak onları ezmeye çalışıyorsun. Sanki bu seni daha yüceltecekmiş gibi! Öyle değil çocuğum, yanılıyorsun. Dibe batıyorsun ama... Farkında değilsin!
Bilmelisin ki, ruhuna merhem olacak tek şey, insanlık ayarlarına geri dönmen...Nedir bunlar dersen?
  • Kendini unutup, başkasının iyiliğini düşünmen...
  • Karşındaki üzüntülü iken, senin sevinçli tavırlarda bulunmaman... Yani onun üzüntüsünü kendi üzüntünmüş gibi hissetmen gerek. Gün gelir, sen üzüntülü olduğunda karşına gülen birileri çıktığında anlarsın, ne demek istediğimi...
  • Hakkına razı olmak. Hatta senden daha iyi olana yolu açmak. Çünkü en nihayetinde insansan ve bu dünyaya bir katkın olmasını istiyorsan yolu başkalarına açabilmelisin ki dünyanın çarkı dönebilsin. Hem de mutlulukla...
  • Dünya senin içindeki gibi bir yer değil. Yani sürekli savaşıyorsun ya insanlarla aslında kendinle savaşmaktasın. Vicdanını bir yerlerden bulup  su üstüne çıkarman gerek. O zaman insan olduğunu hissedeceksin.
  • Başkalarının zayıflıklarını kullanarak kendini kurtarmaya çalışmamalısın. Bu çok çirkin bir şey! Evet, insan zayıftır ama bu utanılacak birşey değil. Büyümenin bir parçasıdır. Kendini güçlü hissetmek için bu tür davranışlarda bulunmana gerek yok. Ama bu şekilde devam edersen bak işte böyle hep 'Küçük' kalırsın.

Unutma! Amacın gelecek nesillere güzel bir dünya bırakmak... Sadece bu yolu izlersen ruhun da gençleşecek, mutluluk da kapını çalacak.
Bir an önce büyümen, kendini mutlu edebilmen dleklerimle...

Seni seven ablan
tuğba ünsal


4 Temmuz 2013 Perşembe

Tehlikeli işler bunlar




Tehlikeli işler bunlar

Dünyadaki en tehlikeli davranış biçimi nedir diye sorsanız, kesinlikle 'Vurdumduymazlık' derim. Her ne kadar karekterin oturmamış biçimi olsa da bunu düzeltmeye çalışmayan daha doğrusu büyümeye yanaşmayan insanlar, bu tutumlarını devam ettirdiklerinde insanlık için çok büyük bir tehlike oluşturduklarının farkında değillerdir. Dünyayı batıran insan topluluğu maalesef bu tip insanlardan çıkmaktadır.
Nasıldır bu insanlar? Nereden tanıyabiliriz onları? Özetlemek gerekirse;
1)'Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın' zihniyetindedir. İşine gelen teklife tamam deyip, başkasının çıkarı olduğunda muhalefet yapar. En temel ihtiyacı olan kendini koruyordur desek de bencillik işin içindedir. Ne gariptir ki ne kadar güven altında olursa olsun, daha fazla korunmaya ihtiyacı vardır ve bu ihtiyaç hiç giderilemeyecektir. Bir psikoloğa gidilmelidir.
2)Aşırı korumacı bir zihniyettedirler. Muhtemelen ailesi de öyledir ve bu davranışın doğruluğuna inanmıştır. Yine kendini ve ailesini koruma altına almak istemiştir ama diğer insanları hiçe saydığını hep gözardı eder.
3)'Duyarlılık' kavramını hiç duymamışlardır ya da duymamazlığa gelirler. 'Aman canım sen de'ciler tam da bu gruptan çıkar. Kendisiyle oldukça barışık insan topluluğu böyle görünerek çevreye 'Özgüvenim tam' mesajı vermeye çalışmaktadır. Bilmez ki özgüven dediğin narsistlik değildir. Özgüven dediğin tam da dürüstlükle bağdaşan birşeydir. Sen de olan başkasında yoksa vicdanın devreye girdiği birşeydir. Sen de olanı başkası için de istemektir.
4)Aslında belki bir o kadar da depresyondadırlar. Başkasının dertleriyle uğraşmak istemez ya da uğraşacak mecalleri yoktur belki de...Ruh sağlıklarıyla ilgilenseler ya da kendilerini ruhani olarak geliştirmeye adasalar çok daha iyi olacaktır.
5)Tembeldirler. Daha doğrusu kendi çıkarı olduğunda çalışkan kesilirler de sıra başkasına gelince ya bir yerleri ağrıyordur ya da çok acil işleri çıkar bunların. Zira yine bencillik kapısına çıkıyoruz!
Yapılan bir araştırmaya göre iyi ve kötü niyetleri çözme yeteneğimiz doğuştan geliyor. Araştırmaya göre bebeklerden iyi davranışlar sergileyen kukla ile diğerine kötü davranan kukla arasında seçim yapması isteniyor. Hangi yaşta olurlarsa olsunlar bebekler hep iyi ve şefkatli olanı seçiyor. Burda da kendini koruma iç güdüsü diyebiliriz aslında. Ama unutulmamalıdır ki insan kendini sevenlerle beraber olduğunda daha pozitif ve yardıma açık oluyor. Yani iyilik gören iyilik yapıyor.
Şarkıda da dediği gibi;
'İyilik yap iyilik bul, kim kazanmış kötülükten!'

Son olarak Prof. Üstün Dökmen'in yazısıyla bitiriyorum.
Saygılı olmaktaki kusurlarımızı şöyle anlatıyor:

- Birbirimize saygılı olma konusunda 3 tip temel hatamız var...

Avrupa'da yaşayan vatandaşımız orada yerlere çöp atmıyor ama Kapıkule'den girer girmez yerlere tükürmeye, çöp atmaya başlıyor. Niye burada böyle yapıyorsun diye sorulduğunda, herkes böyle yapıyor diyor. Kendi fikri olmayan insanın duruma göre hareket etmesidir bu.

İkinci hatamız, adama göre davranmamız. Karşımızdaki adam iri yarıysa, 'Buyur Abi', diyoruz, ufak tefekse, 'Ne var!' diyoruz. Oysa ki, insanların onuru birbirine eşittir.

Üçüncü hata, keyfimize göre davranmak. Keyfimiz yerindeyse eve girerken 'Merhaba millet' diyoruz, değilse surat asıyoruz. Oysa keyfimiz yerinde olsun olmasın insanlara saygılı davranmak zorundayız.

Diyorum ki, yerdeki ekmeğe saygılı olma konusunda ülkemde mutabakat var, kimse basamaz, ayağıyla dürtüklemez ya da öper, koyar bir kenara.

Ekmek nimettir kabul, peki insan nimet değil mi?

Sevginiz daim olsun...

1 Temmuz 2013 Pazartesi

...





Oysa zaman hızla akıp gitmekteydi.
Arkasına bile bakmadan...
Boynuna dolamıştı zincirleri,
Vazgeçmişti artık zamana kement atmaktan!

Bir de sevgi vardı ya geride kalan,
Sancılar sarmış kalbine, kuş kadar ürkek kanatlar takan...
Belki de o yüzden esintiye dayanamadı, oldu kanatları kırılan...
Hiçbir yapıştırıcı merhem olamadı, oldu hamur kalbi katılaşan!
Nedeni, asla çözülememiş bir cinayet dosyasında saklıydı belki de...
Rüzgar öylesine güçlü esmişti ki harflerin üzerine,
Toplamak kolay olmamıştı dağın zirvesinde...
Martıların yardımı yetişmese belki de hiç açılmayacaktı malum dosya...
Zamanı gelince tüm sırlar açığa çıkardı ne de olsa...
Oysa serkeş dimağlara dayalıydı tüm gerçekler!
Ve bir o kadar yalnızdı içten çatlamış zihinler...
Koskoca Çınarlar bile dayanamadı,
Binlerce parçaya bölünüp dağıldılar birer birer...
Kara kediler de karıştı,
Belli ki ahlak polisi kesilmişler!

Kısa çöp çekildiyse bu saatte,
Bilinmelidir ki geceye sıkışmıştır tüm iyi niyetler
Siyahlaşmış kalpler içten içe yanarken,
Belli ki soğuğa alışmış camdan teraneler
Sadece sevgiye susamıştı ,
Kulak arkası edilen tüm bilinmezler

tuğba ünsal
01.07.2013
15:24

İllüstrasyon, Graham Franciose'a ait.

15 Haziran 2013 Cumartesi

Biliyorsun değil mi?



Biliyorsun değil mi?

Her ne kadar siyah olsan da 
Karanlıkların da seni bir gün boğabileceğini
Çünkü kötülüğün hiçbir zaman ayırt etmeyeceğini
Bir karadelik misali seni de alıp götürebileceğini
Bilmeliydin

Oysa...
Sormalıydın
Öğrenmeliydin
Yetmezdi
Analiz etmeliydin
Yine de az gelirdi
Zira...
Ruhunu da katmalıydın
Bir anne şefkatinde
Sıcaklığında

'Bundan sonra ne yapmalıyım?' dersen dostum
Benden sana son bir tavsiye daha...
Kendini terket!

Ve...
Daha yüce duygulara yelken aç
Sistem yerine oturduğunda
Sana da yardım eden çıkacak
Unutma!

Demedi deme sonra...

Haydi kal sağlıcakla...

Dostun

Tuğba Ünsal


Not: Camdan eserin adı 'Son kalan iki ağaç'

Şiir ve görsel hakkı Efruze Cam Tasarım'dan Tuğba Ünsal'a aittir.

23 Mayıs 2013 Perşembe

Efruze Cam Tasarım, 'Sanatın İzleri' programındaydı.




Efruze Cam Tasarım, Pamukkale TV'deki 'Sanatın İzleri' programındaydı.

Emeği geçen Pamukkale TV çalışanlarına teşekkür ederiz.

Sevgilerle...

Tuğba Ünsal

http://www.youtube.com/watch?v=6zRByCrC1_I&feature=youtu.be

8 Nisan 2013 Pazartesi

İnsan Yasası


İNSAN YASASI

MADDE I
Bu yasaya göre
önemli olan gerçektir bundan böyle
önemli olan yaşamdır
el ele verip
gerçek yaşam için çalışılacaktır.

MADDE II
Bu yasaya göre, iş günlerinin
bulutlu Salıların bile
bir Pazar sabahı olmaya hakları vardır.

MADDE III
Bu yasaya göre
günebakanlar olacaktır her pencerede
günebakanlara da tanınmıştır
gölgede açma hakkı;
pencereler bütün gün açık tutulacaktır
umudun boy attığı yeşilliğe.

MADDE IV
Bu yasaya göre
insan, insana kuşku duymayacaktır.
İnsan, insana güvenecektir artık
rüzgâra güvenen ağaç gibi,
havaya güvenen rüzgâr gibi,
göğün mavi tarlasına güvenen hava gibi.

PARAGRAF I
İnsan, insana güvenecektir
çocuğa güvenen çocuk gibi.

MADDE V
Bu yasaya göre, kurtulmuştur insanlar
yalanların boyunduruğundan.
Kimse kuşanmak zorunda değildir artık
sessizliğin zırhını,
sözcüklerin silahını.
Sofradaki insana
tatlıdan önce gerçek verilecektir.

MADDE VI
Bu yasaya göre
gerçekleşecektir peygamberin düşü:
kurt, kuzuyla otlayacaktır
ne tad alırlarsa yediklerinden
aynı tadı alacaklardır yine.

MADDE VII
Bu yasaya göre
doğruluk ve aydınlık hüküm sürecek
ve insanların içinde dalgalanan
cömert bir bayrak olacaktır mutluluk.

MADDE VIII
Bu yasaya göre, en büyük acı
bitkide çiçek mucizesi yaratan şeyin
su olduğunu bilip de
sevgi verememek olmuştur ve olacaktır
sevgi arayan kimseye.

MADDE IX
Bu yasaya göre
alınteri taşıyacaktır ekmek.
Ama her şeyin üstünde, her şeyden önce
sevginin ılık tadını taşıyacaktır.

MADDE X
Bu yasaya göre, herkes
ne zaman dilerse giyebilecektir
bayram giysilerini.

MADDE XI
Bu yasaya göre
seven hayvandır insan
güzeldir,
seher yıldızından bile güzeldir.

MADDE XII
Bu yasaya göre
buyruk yoktur artık, yasak yoktur.
Her şeye izin verilmiştir,
gergedanlarla bile oynayabilir insan
ve ikindi üstü yürüyüş yapabilir
elinde kocaman bir begonyayla.

PARAGRAF II
Bir tek şey yasaklanmıştır:
sevip de sevgi duyamamak.

MADDE XIII
Bu yasaya göre, artık
satın alamayacaktır kimse
doğacak güneşleri.
Korkunun sandığından çıkarılacak
ve bir dostluk kılıcı olacaktır para,
gelecek günleri kutlama hakkını,
şarkı söyleme hakkını savunacaktır.

SON MADDE
Bu yasaya göre
yasaklanmıştır özgürlük sözcüğünü kullanmak,
ağzın aldatıcı pisliğinden
ve sözlüklerden kaldırılacaktır.
Bu yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte
diri ve saydam bir şey olacaktır özgürlük
ateş gibi, ırmak gibi,
bir buğday tanesi gibi,
ve insan yüreğine yerleşecektir

Thiago De MELLO

19 Mart 2013 Salı

'Bir Güzel Dünya' / 'A Beautiful World'




'Bir Güzel Dünya' / 'A Beautiful World'                                                                                                       
                                                                                                                                                                         120*100cm 
Karışık Teknik & Alevde şekillendirilmiş cam
Mixed Media & Lampwork Glass                                                                                                  

Aslına bakarsanız rengarenk bir dünyada yaşıyoruz. İyisiyle, kötüsüyle...Ama asla vazgeçemeyeceğimiz! Bir bozup bir tamir ettiğimiz, kah barışıp ardından birbirimizle savaştığımız bir dünya... Hatta bazen bu savaşlar, 'Gözünün üstünde neden kaşın var' dedirten cinsten...Akla hayale sığmayacak ayrıntılardan çıkarlar çoğu zaman... İşte bu yüzden kendi içinde yetmeyen ve yetemeyenlere ithaf olundu bu eser...Size yeterli gelmeyen hisleriniz olduğunda bir bakmanız için, rahatlamanız ve herşeye rağmen hayatın devam ettiğini anlamanız için tasarlandı.

Çünkü bizi değerli kılan ne varsa aslında yanıbaşımızdakilerdir. Aileniz, dostlarınız,milletiniz... Kısaca tüm dünya insanları ve canlıları... Ağaçsız, çiçeksiz, kedisiz bir dünya düşünülebilir mi? Suların tertemiz aktığı, oksijeni bol karlı dağlarıyla eşsiz bir yerde yaşıyoruz. Dünya'da!

Gelelim esere... Eserin adıyla kendisi arasında bağlantı kuramayanlar için hemen belirtelim: 'Kelebek, dünyayı temsil ediyor!' Öyle bir kelebek ki içindeki desenlerde insanlar ve hayvanlar olan... Kıtaları da camdan yaptım. Amerika, Meksika, Asya, Avrupa, Hindistan ve Avustralya'nın camdan yapılmış minyatürleri kelebeğin içinde,yuvarlak kısımlarında...

Farkedildiği üzere kelebeğin orantıları da tam değil ve biraz yıpranmış bir görüntüsü var. Hiçbir şeyin mükemmel olmadığını anlatmaya çalıştım. Ve yetememe duygusu devam ederse kelebeğin daha da harap olacağı ve dünyanın yok olacağını anlatmaya çalıştım. Zaten sol alta dikkat edilirse kelebeğin dengesi bir hilalin ucunda, yani toplu iğne başı kadar bir yerde dengede duruyor kelebek... En küçük bir sallantıda gidecek gibi...

Arka fondaki renkler ise uzayı temsil etmektedir. O da en az dünya kadar canlı, hayat dolu...
Tüm bu denge ve dengesizliklere rağmen hayat yaşamaya değer... Daha mutlu bir dünya yaratmak bizim elimizde...

Öyleyse ne duruyorsunuz?
Var mısınız YAŞAMAYA...

Bir olup uçmaya...

En içten sevgilerimle...

Tuğba Ünsal
Efruze Cam Tasarım

6 Şubat 2013 Çarşamba




Efruze Cam Tasarım 9 yaşında!                                                                                                              

Kutlu olsun, hepimiz için...

Oysa daha dün gibi... Kimya öğretmenliğinden istifa etmiştim. Öğrencilerle beraber olmak çok güzeldi fakat bilgi namına öğreneceğim birşey kalmamıştı. Aynı kısır döngü ve bir koca boşluk... Sanki bu işi idareten yapıyormuş gibiydim. Kendim olamıyordum bir türlü...Daha doğrusu kendimi ifade edemiyordum. Bu da oldukça büyük bir boşluk yaratıyordu. Mutsuzdum.

Derken 20 Kasım 2003'de İstanbul İngiliz Konsolosluğu'nun bombalanmasıyla birden hayatım değişti.
Zira o zamanlar konsolosluğa gitmek için hazırlanırken bu haberle hayat bana ikinci bir yaşama sansı vermişti. Dedim ki hayat kısa... Üretmeyi seviyorum. Çocukken de sürekli üretip yazan, çizen biriydim. Üniversitede arkadaşlarım 'Haydi sat artık şu yaptığın kolyeleri...' demişlerdi. Onlara uydum. Denizli'nin ilk takı tasarım atölyesini 2004'de açtım.

Bir yılın ardından tahmin edileceği gibi aldığım cam boncuklar bana yetmemeye başladı. Bir arkadaşım, 'İstanbul'da Cam Ocağı Vakfı var. Ona gitsene', dedi. 2005'de Ursula Distler ve Cam Ocağı ile başlayan serüven beni bügünlere getirdi. Pek çok arkadaş, pek çok dost edindim. Ailemin ve akrabalarımın sevgisi ile bugünlere ulaştım. Yolum daha çok uzun...Severek yaptığım bu işi iyi ki içimden çıkarmışım diyorum. Pek çok maddi ve manevi engellerle karşılaşmış olsam da türlü haksızlıklara uğramış olsam da, yaşamda bunlar da olmalı diyorum. Tuz ve biber niyetine...

Üstümde emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Özellikle annem, babam, kardeşim ve eşi Cengiz'e, kardeşim İrem'in tüm arkadaşlarına, beni ödülle onurlandıran Denizli Belediyesi'ne, cam hocalarım Ursula Distler, Maria Michaela Möller, Andrea Guarino Slemmons ve Pino Cherchi'ye, resim hocalarım Celal Günaydın ve Cihan Damgacı'ya, beni camla tanıştırıp önümde sonsuz bir ufuk açan Cam Ocağı Vakfı'na, Kosgeb eğitimlerinden dolayı Yiğit Efe Uyar'a, hep yanımda olan sevgili arkadaşlarım, akrabalarım ve öğrencilerime çok çok teşekkür ederim.

İyi ki varsınız

Hayat sizlerle güzel

Sonsuz sevgimle...

Tuğba Ünsal

30 Ocak 2013 Çarşamba




Evreka Bulmaca Sözlüğü                                                                                                                             

Adı üstünde Evreka yani 'Buldum!' insanı sevindiren bir o kadar da yüreklendiren bir kelime... Kardeşim bu bulmaca için güzel bir kelime seçmiş doğrusu...

Bir çoğumuz küçük yaştan itibaren bulmaca çözmüş ya da çözmeye çalışmışızdır. Günümüzde bile Alzeimer hastalığına yakalanmamak, beyni zinde tutmak için yapılan en güzel uğraşlardan biridir. Reçete niyetine doktorların tavsiyesidir. Her gazetenin mutlak surette verdiği ekidir. Onsuz gazete yarım kalır çünkü...

Genel kültür yarışma programlarının hala izleniyor olmasının ana temelidir bulmacalar...Çünkü onlar başlatmıştır bu serüveni...Aç kalan zihnimizi doyuracak yegane şeydir bulmaca ve tabi sözlüğü...

İşte babamın 40 yıl önce başlayan bulmaca tutkusu böyle başladı. Çalışma saatlerinden arta kalan zamanlarını önce bilmediği kelimeleri not ederek başladı. Yüzlerce kaynak, onlarca ansiklopedi araştırdı, not aldı. 40 ytılın ardından hala eklemeye devam ediyor. tutku ne de olsa, kolay bırakılabilen cinsten değil...


Öz Türkçe, Türkçe, Osmanlıca, Arapça, Farsça, Latince kelimeleri de içeren bu sözlük, 40.000 cevap ve 65.000 sorudan oluşmakta... Osmanlı imparatorluğu, Yunan ve Roma mitolojisi, Türkiye'nin il ve ilçeleri, özel isimlerin anlamları, klasik müzik bestekarları, felsefe, sanat,  gemicilik terimleri, fobiler, ülke başkentleri, para birimleri, trafik kodları, argo kelimeler, edebi eserler ve yazarları, sinema yönetmenleri ve filmleri gibi ne ararsanız var bu sözlükte...

Aradığınız kelimelerin eş anlamlılarını da bulabilecekseniz...Yani pek çok yönden oldukça faydalı bir kaynak olacak bizler için...

Buradan emeklerinden dolayı önce babam Dr. Kadri Ünsal'a sonra application olarak hazırlayan eniştem Cengiz Yılmaz'a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. 

Bu application şu anda İphone,İpod ve İpad'lerde çalışıyor. Yüklendikten sonra artık internete ihtiyacınız kalmıyor.

Link için burayı tıklayabilirsiniz.



https://itunes.apple.com/us/app/evreka-bulmaca-sozlugu/id593701828?mt=8     



Bol bulmacalı zamanlara...


Sevgiler 

22 Ocak 2013 Salı




'İnsanlığın Doğumu' / 'Birth of Humanity'

Bu resmi tam da yeni bir çağa girdiğimiz 2013'ün 20 Ocak'ında tamamladım. Soyut Ekspresyonizm akımına dahil edilebilecek bir çalışma oldu. Zira diğer resimlerden farklı olarak bu resim, hiç düşünülmeden ve tasarlanmadan ortaya çıkıyor. Bir olgunun rastgele oluşması, sadece iç güdülere ve duygulara güvenilerek çizilmesi benim oldukça hoşuma gidiyor. Oluştuktan sonra, gerisi teferruat...

Gelelim ortaya çıkan resmin anlamına... Bilindiği gibi artık farklı bir çağdayız. 'İnsan'ın daha değerli olduğu, haklarının daha korunduğu ve en önemlisi 'Bilinç' denen olgunun daha bir önemsendiği bir çağ... Ama bu konuma gelmek hiç kolay olmadı!

'Ne yazık ki daha gelemedik!' diyenleriniz varsa geçmişten bugüne 'İnsanlık' tarihine bir bakmalarını öneririm. En önemli medeniyetler ki bunlar 'Mısır', 'Aztek' ve 'Roma İmparatorluğu' gibi medeniyetler geldi,geçti. Sonra Ortaçağda 'Rönesans' ve ardından 'Sanayi Devrimi'... Hep ezilenler, hor görülenler vardı, haksızlığa uğrayanlar vardı, hep bir itilen ve onu iten vardı... Akıl almaz mahkemeler, cadı diye yakılan kadınlar, harap olmuş çocuklar vardı...

Yok mu hala ezilen? Yine var ama eskinin o korkunç yıkımlarının biraz daha kırıldığını, en azından insanların haklarını daha bir 'bilinç'le aradığını, biraz daha korkusuz olduklarını göreceksiniz. Zengin olmanın bir erdem olmadığı, fakir insanların Tanrı'ya daha yakın ve dolayısıyla mutlu olduğu ama en nihayetinde 'Tüm Klişeler'in bir adamın karekteriyle bozulabileceği, dolayısıyla yeryüzünde yaratılmış her bir insanın 'EŞSİZ' olduğunu öğrendik. Yakın bir zamanda da 'Etiketleme' ve 'Ötekileştirme'nin de bir önemi kalmayacağı kanısındayım. Zira gün geliyor etiketlediğiniz insan etiketlemediğinize göre daha 'İnsan' çıkabiliyor!

İşte bu resimde tüm bu anlatılanları görebilirsiniz. Sol en altta güneşin doğumuyla başlıyor İnsanlık Tarihi... Sonra Medeniyetler arka arkaya... Türkiye'nin batı sahillerini sol ortada görebilirsiniz. Hayvan dostlarımız da var elbette...

Resimin ortalarında aristokrat bir kadın göze çarpıyor. O her zamanki gururlu edasıyla... Resmin en yukarısında ise bir cenin yavaşça ayağa kalkıyor. İnsanlığı temsil edercesine...

Sağ ve solda görülen altı küre ise insanı insan yapan değerleri temsil ediyor;

İnanç, Tevazu, Sevgi, Barış, Şevkat, Huzur

Bu bileşenler yerli yerine oturduğunda insanlığın gerçekten çağ atlayacağı inancındayım.

Daha yaşanılası güzel bir dünyaya...

Sevgi ve selamlarımla...


8 Ocak 2013 Salı

Yoksulluğa bir çare bulunmalı!



Yoksulluğa bir çare bulunmalı!                                                                                                                           

Bu yazıyı yazmamda bana ilhamın, kedim 'Tekila' olduğunu belirtmek isterim. Sabah işe giderken her gün üşenmeden beni geçirmeye gelen kedimi ben de kucağıma alarak onu onurlandırmaya çalışırım. Bilirim ki sıcağı seviyor. Ama bugün ilk defa bir kedinin de soğuktan zangır zangır titrediğine şahit oldum. Hem de tüm kemiklerini hissettirecek kadar... Öyle üzüldüm ki anlatamam. Gözümüz gibi bahtığımız hayvanlar böyle ise sahipsiz olan hayvanlar ne haldedir, kim bilir?

Ardından kimsesiz insanları düşündüm. Aç yatan, soğuktan üşüyen çocukları düşündüm. Bir canım yandı ki, sormayın. Ve bu çağda hemen hemen her şeye çare bulup da yoksulluğun çaresini bulamamış olmamız beni gerçekten sinirlendirdi.

Eminim, bugüne kadar pek çok idealist insan, bu konuya kafa yormuştur. Ve pek çok insan tarafından da alaya alınan bir konudur. Zira bu tür insanlar bu konuların ütopik olduğunu, değiştirilemez, ulaşılamaz olduğunu söylerler. Hep istenmiştir ama asla yapılamazdır onlar için... Geçmişten geleceğe şöyle bir bakıldığında teknoloji olarak ilerlediğimiz gözlense de hala yoksulluğa bir çare bulamadığımızı üzülerek görmekteyiz. Eskiye göre biraz daha bilinçlenme var, insanlar hala bu konu üzerinde düşünüyor, bir takım adımlar atmaya çalışıyor ama yeterli değil.

Bilinç demişken insanlar öncelikle kendi için düşünmeyi bırakıp global olarak düşünmeye sevk etmeliler bence kendilerini... Büyük bir şirketiniz de olsa her zaman diğer insanlar şu veya bu şekilde ihtiyacınız vardır. 'Param var, etliye sütlüye karışmam' yaklaşımları doğru olmadığı gibi 'Benim kendime hayrım yok, başkasına nasıl olsun.' yaklaşımları da yanlıştır.

O yüzden fikir üretelim ki bu fikirler bir araya geldiğinde bir işe yarasın, sorunlar ortadan kalksın, yoksulluk ve savaş ortadan kalksın. Çünkü bilindiği üzere savaşın esas sebebi yine yoksulluktur. Yoksulluk ortamında doğup büyüyen çocuğun ne doğru düzgün bir eğitim alması sağlanabilir ne de vizyonunun gelişmesinden bahsedilebilir. Doğal olarak kendini yetiştirememiş, algıları açılamamış bir çocuk ilerde başka beyinler tarafından yönlendirilmeye mecbur kalacak, düşünmeyi bilmediği için kendini başkalarına köle olmaktan kurtaramayacaktır. Ve belki kendini, kendi vatanına ve kendi halkına karşı 'Savaş' ederken bulacaktır.

Dünyadaki herkesin birbirine muhtaç olduğu kabul edildiği an, o zaman barış ve yoksulluk için çareler türetilebilecektir. 'Herşeyi kendim için yapıyorum'dan ziyade 'Bu işi de komşum yapsın o kazansın' türünden zihniyetler geliştikçe ya da büyütelim, 'Biz ülke olarak bunu karşılayamıyoruz, siz yapın siz kazanın' türünde ortaklıklar kurulduğunda bu işlerin çözüleceği kanaatindeyim.

Kediden çıkıp beni buraya sürükleyen esas fikrim ise şu;

Devletler, Afrika'ya küçük evler inşa edip kış aylarında ısınma problemi çeken insanları buraya gönderebilirler mesela... 'Onun yerine devlet bu insanlara yakacak yardımı yapar, daha kolay olur.' derseniz bu durumdan Afrika'daki insanların yararlanmadığını göreceksiniz. Çünkü onlar da bu sayede para kazanıp rüyalarında bile göremedikleri yiyecekleri satın alabilecek, sağlıklı bir yaşama kavuşmuş olacaklar. İki taraf da kazanmış olacak. Elbette fikir geliştirilebilir. Bu sadece bir kediden aldığım ilhamın ürünü...Hepsi bu!



Fikirler geldikçe buradan paylaşmaya devam edeceğim, hayal kurmaya ve fikir üretmeye devam...

Unutmayın etrafınızı geliştirirseniz siz de gelişirsiniz...

Sevgiler :))


Resimdeki cam tasarım Tuğba Ünsal ve Efruze Cam Tasarım'a ait.
'Dünyayı çocuklar kurtaracak' /Children will save the world'
(Kuma döküm ve alev sanatı /Sand Casting& Lampworking)