20 Mart 2020 Cuma

X'in Maceraları / Ah şu Corona!


Ah şu Corona!

Bugün yine ne iyilik yapsam diye düşünürken birden aklıma geldi. Malum, dışarıda salgın bir hastalık vardı. Özellikle yaşı ileride olanların dışarıya çıkması uygun değildi. Komşumuz Hüseyin amca da yaşını baya almış bir emekli astsubaydı. Üstelik hem Koah hastası hem de şekeri vardı. Dışarıya çıkması onun için oldukça tehlikeliydi. İşte bu yüzden onun için markete gitmeye karar vermiştim. İyi de, bunu nasıl yapacaktım?

Hemen bir plan yaptım. Maskemi ve koruyucu gözlüğümü taktım. Beremi başıma geçirdim. Plastik olmayan botlarımı ve pamuklu ceketimi giydim. Neden plastik dersen? Çünkü duyduğuma göre hastalık yapan virüs, plastiğin üzerinde uzun süre kalabiliyormuş. O yüzden plastiği tercih etmedim. Zaten plastik de doğal olmayan bir malzeme. Böyle günlerde bile yine bir zararı ortaya çıktı desene!

Kimse ile konuşmadan, önümdeki insanlara mesafemi koruyarak ilerledim. Markete geldiğimde, bir insan için en temel ihtiyaçlar ne olabilir, diye düşündüm. Sabun, kolonya ve sirke mutlaka olmalıydı. Sonra su, sebze, biraz da meyve. Araştırdım. Bağışıklığımızı korumak zorundaymışız. Başka ne olabilir? diye düşünürken, Hüseyin amca, bulmacaları çok sever. Evde canı sıkılmasın diye ona bir de bulmaca kitabı aldım. Kimseye ve hiçbir yere dokunmadan aldıklarımın parasını ödeyip marketten ayrıldım. Hüseyin amcanın evine geldiğimde aldıklarımı teke tek poşetinden çıkarıp alkollü mendille sildim. Ellerimi de dezenfekte ettikten sonra aldıklarımı temiz bir poşete koydum. Usulca kapılarının tokmağına poşeti astım. Parmak uçlarıma basarak evime geri döndüm.

Ayakkabılarımı kapının önünde çıkardım. İçeriye girmeden üstümdekileri çıkararak bir bez torbaya doldurdum. Çamaşır makinesine torbayı attım ve makineyi çalıştırdım. Sonra bir güzel banyo yaptım. Hem de en köpüklüsünden...

Bugünkü maceramın biraz tehlikeli olduğunun farkındaydım. Ama insan kendine bir şey olacak diye iyilik yapmaktan mı vazgeçecekti? Hayır, bu bana hiç uygun görünmedi. Niyeti iyi olanın sonu da iyi olur. Buna inanmaktan vazgeçmemeliyiz. Yaptığımız her iyilik yanımıza kar kalır derken kapı çaldı.

Kapıyı açtım. Kimse yoktu. Ama bir hışırtı sesi geldi. Kapının koluna baktım. Biri bir poşet asmıştı. Poşeti içeriye aldım. İçinden kalın kapaklı ve deri ciltli bir defter çıktı. İçini açıp baktığımda gözlerime inanamadım. Defterin içine çok eski tarihli, rengarenk pullar dizilmişti. Bir çok ülkeye ait pullar. Kim göndermiş olabilirdi? Pulları sevdiğimi bilen biri ve pul koleksiyonu olan biri olmalıydı. 

Derken gözlerim fal taşı gibi açıldı. Hüseyin amcaydı bu. Yaptığım iyiliğe karşılık vermek istemiş olmalıydı.


Ama ne cömert bir karşılık!

19 Mart 2020 Perşembe

Bakış Açısı


















Dünya, yeniden bir bilinmezlik girdabına girmiş gibi görünüyor. Yeniden diyorum, çünkü tarih tekerrürden ibarettir felsefesine dayanarak bir zamanlar bazı insanların başına gelenler bu sefer bizim başımıza geldi gibi görünüyor. Sadece sorunun adı değişik, o kadar.

Bu süreklilik nereden geliyor? diye soracak olursak bilim ve teknolojide ilerlediğimiz halde -ki biz buna maddiyatta ilerlediğimiz halde diyelim, maneviyatta pek ilerleyemediğimiz ortaya çıkıyor gibi. Zira her şeye sahipken halâ neden mutsuz olduğumuzun cevabı burada saklı olsa gerek. İstediğimiz her şeye kısa sürede sahip olurken doyumsuzluk hissinin bizi içine çektiğinin farkında değiliz gibi. Yanılıyorsam beni düzeltin.

En basitinden, kaç kişi uyanınca görebilmenin, istediklerini yiyebilmenin ve istediği tarzda giyinebilmenin tadına varabildi. Dışarıda yürümenin bir nimet olduğunu, o güzelim havayı ciğerlerine doldurabilmenin, güneş ışınlarının iliklerimizi nasıl bedavadan ısıttığının çoşkusuna kapılabildi. Hayat, öyle küçük mutluluklarda gizli ki! Biz illa, bunları kaybedince ya da kısıtlanınca anlayabiliyoruz. Anlamak da bir nimet. Ona da şükür, öyleyse...

Aslında biraz yukarıdan bakabilsek olaylara, ne muazzam bir planın içinde olduğumuzu görürüz. Mühim olan belki görmek de değil. Gördükten sonra rolümüzü en iyi şekilde oynayabilmek. Tüm bu karmaşa geçtikten sonra yine eski “Biz”e mi döneceğiz? Yoksa kendimize bir çeki düzen verip bir başkası için yaşamaya devam mı edeceğiz? Belki de “Bir başkası” olmadığını her canlının bir bütünün parçası olduğu ve çokça kıymet verilmesi gerektiğinin bilincine mi varacağız?

Hakikaten, canla başla çalışmanın, üretmenin (ne olursa) keyfine varabilecek miyiz? Boş laflarla peynir gemisini yürütmeye mi devam edeceğiz? Yoksa her an, bir başkasına nasıl faydalı olabilirim? diye düşünerek ve planladıktan sonra harekete mi geçeceğiz? Bir şeyler yapmaya çalışan insanlara köstek mi yoksa destek mi olacağız? Bize sunulan her bir saniyenin yaşamak için ne büyük bir fırsat olduğunu halâ görmezden mi geleceğiz? Yoksa kabuğumuza çekilip kaderin sillesini yemeği mi bekleyeceğiz? (Sanırım buradaki en önemli nokta, asıl kudretin Allah’a ait olduğunu, bizi isterse minicik bir virüsle bile helak edebileceğini görmemiz olacaktır.)

Vereceğimiz karar da belirli mutlaka ama şahsen çalışan, üreten, pes etmeyen gruba dahil olmayı isterdim. Gelecek de ne olacağız korkusunu bir kenara atıp önümüzdeki imtihanlara karşı başarıyla çıkabilmeyi dilerdim. Daha fazla şükredebilmeyi, iman olarak kuvvetlenebilmeyi dilerdim.

O zaman...
Diliyorum.
Şimdilik yapabileceğim tek şey, bu.

Tuğba Ünsal