24 Mart 2012 Cumartesi


'Hayallerin ötesinde oturmuş çayımı yudumluyorum'


Şimdi kendimi kırmızı bir Mustang'le Arizona Çölü'nün ince uzun yollarında 150 km hızla giderken hayal ediyorum. Son ses açıyorum müziğimi… Ne mi çalıyor? Belinda Carlisle… Şarkısı da 'Lay Down Your Arms' Belinda ve benden başka kimse yok çölde… Az ilerde batmakta olan güneş, mis kokulu bir sakinlik yayınlamakta… İki kartal ise yukarıdan bizi selamlıyor, hatta az önce birinin bana göz kırptığını söyleyebilirim. Az sonra onlara jetler katıldı. Adeta gökyüzünü yırtan bir sesle sorti yaptılar ve göğün 5. katında kayboldular.


Baktım ilerde deniz var. Hemen arabamı oraya doğru sürüyorum. Üzerimde 60'lı yılların kıyafetleri…Gözümde kemik çerçeveli güneş gözlüğü, pembe straplez ve çan etekli elbisem, başımda ise Audrey Hepburn'ünkini aratmacak bir eşarp…Derhal kıyıya çekiyorum. Kırmızı topuklu ayakkabılarım kumlara nazikçe basıp ilerliyor. hiç acelesi yok, salına salına deniz kenarına varıyoruz. Beni bekleyen bir kayık var orada… Biniyorum, sanırsın Venediktesin. Ağır adımlarla suyun akışına bırakıyorum kendimi…Alabildiğine turkuaz ve alabildiğine yeşil…Dipteki kum tanelerini görebiliyorum. Sanırım altından yapılmışlar. Kum ve deniz…Bir de rüzgarın tatlı melodisi… Bana fısıldıyorlar; 'Hayat güzel, yaşamak güzel, deniz güzel, hava güzel…'


Kıyıya varıyorum. Büyüklü küçüklü bembeyaz yatların olduğu bir yer burası…Denize bakıyorum havanın iyot kokusu ve yanık tenli insanları görüyorum. Anlıyorum, Rodos'a gelmişim. Arnavut kaldırımlarından salına salına bir tavernaya geliyorum. Rengarenk lambalarla ışıklandırılmış tavernanın avlusunda tahtadan masalar var. Üzerleri mumlar ve beyaz çiçekler serpiştirilmiş. Şöyle felekten bir gece geçiriyoruz, daostum rüzgar, dalga ve bir de martı…Martı tanıdık, Martı Jonathan Livingston…Herkes maceralarını okumuştur eminim. Benim gibi bir macerapereste de böyle bir arkadaş gerekli!


Bakıyoruz saate baya geç olmuş, hava sıcak…Nereye gidelim derken gözlerimi kapatmamı söylüyor Jonathan, üzerime de bir şeyler giydiriyor, kapşonu kürklü…Anlamıyorum ama güveniyorum nasılsa ona…


Gözlerimi açmadan önce soğuğun nefesini hissediyorum. Sanki yanaklarımdan birer makas alıyor rüzgar… Yine de üşümüyorum, hoşuma bile gidiyor. İnsan sevildiğini bu şekilde hissediyor çünkü… Martı 'Gözlerini açabilirsin' diyor. Açıyorum. Bir de ne göreyim? Kutuplardayız. Tam olarak kuzey kutbunda… Kuzey ışıkları gökyüzünde dans ediyor, karşı buzulda kutup ayısı ailesi bana el sallıyor, hoşgeldin diyor. Gökyüzüne doğru şezlonglarımıza uzanıyoruz. Kuzey ışıklarının dansı o adar güzel ki! Maviden yeşile, mordan sarıya çalıyor. Tıpkı bir tablo gibi…Ama bu tablo resmen dans ediyor, yani canlı… Öyle dalmışız ki hayallere birden uyanıyoruz:


Gözlerimi açıp bir bakıyorum; Atölyede ekran başındayım. Uflaya uflaya yerimden kalkıyorum. Doğru işimin başına…:)