6 Nisan 2012 Cuma

'Pamukkale' üzerine bir öykü


İnsanoğlu 2000’li yılları devireli 12 yıl olmuştu. Devirmişti devirmesine de insanlık olarak çağ atlayabilmiş miydi? Zira bin yıl önce neden savaşıyorsa yine aynı sebeplerden dolayı savaşıyordu insanoğlu… Üstüne bir de hiç olmadığı kadar havayı kirletmiş, karbondioksit salınımını arttırarak sıcaklığı arttırmış, doğal olarak buzulların erimesini sağlayarak doğanın dengesini hepten bozmuştu.

Tüketim çılgınlığı almış başını gitmiş, doyumsuz topluluklar ordusu yaratılmaya başlanmıştı. Kayırma ve iltimas, geçmişi aratmayacak derecedeydi. Mutluluklar anlık ve yakalanması zor bir duygu olmuştu. Bencillik had safhaya geldiğinden onu tahtından indirmek oldukça zor olsa gerekti.

İşte dünya hali böyle devam ederken Japonya’nın küçük bir kasabası olan Kuşimoto’da bir genç yaşarmış. Yaşlı annesiyle beraber yaşayan bu gencin adı Atsushi imiş. Atsushi, balıkçılık yaparak geçimini sağlıyormuş. Çok çalışkan ve meraklı olan bu gencin tek derdi annesinin hastalığına çare bulmakmış. Romatizması olan kadıncağız, yaşlılıktan dolayı da kemik erimesi varmış. Ve ilaçlar yeterli gelmiyormuş.

Atsushi, Japonya’da dolaşmadık yer, danışmadık doktor bırakmamış ama hala annesini rahatlatacak bir tedavi bulamamış. Kara kara düşünürken yanına arkadaşı Ahmet gelmiş. Ahmet, Türk ismi değil mi diye şaşıranlara hemen bir açıklama getirelim:

Ahmet’in dedesi Mehmet, bundan 120 yıl önce Ertuğrul Fırkateyni’nin Kuşimoto yakınlarında batmasıyla kurtarılan bir Türk imiş. O zamanın Kuşimoto halkı kurtulan 69 Türk’e evlerini açmışlar ve çocuklarına da Türk isimleri vermeye başlamışlar. Hatta öyle ki şehitler için bir anıt bile dikmişler. Türk dostu bu kasabanın yetiştirdiği iki çocukmuş Atsushi ve Ahmet…

-‘Derdin nedir? demiş Ahmet.

-‘Annemin ağrılarını dindiremedim, ne yapmam gerektiğini bilmiyorum’ demiş Atsushi.

-‘Benim bir fikrim var ama oraya gitmek biraz zor olacak’ demiş Ahmet.

-‘Nedir? diye atlayınca Atsushi, Ahmet devam etmiş.

-‘Biliyorsun, İstanbul’da yükseğimi yaparken Denizlili bir arkadaşım vardı. O bahsetmişti. ‘Pamukkale’ diye bir yerleri varmış. Bembeyaz travertenleri ile dünyada tekmiş. Travertenin beyazlamasını sağlayan su da şifalıymış. İnsanların içinde yüzebilecekleri havuzlar varmış orada…Belki anneni oraya götürmek istersin…’

-‘Güzel bir fikir, hem denemekten zarar gelmez. Biliyorsun Türkleri de seviyoruz hem kültürleri hakkında da bilgilenmiş oluruz. Sen de gelmek ister misin?’

-‘Olur, hem ben de özlemiştim Türkiye’yi… Denizli’yi de hiç görmedim. Duyduğuma göre kebabı da ünlüymüş!’

-‘O zaman ne duruyoruz? Hemen çıkalım yola…’

Maceranın sonu belli… Annesine şifalı suyun iyi gelmesine sevinen Atsushi’ye de Denizli kebabının tadını çıkarmak düşmüş.