9 Şubat 2009 Pazartesi

İlhamın nereden geleceği belli olmaz, ama...

Çok uzun süreden beri ilham gelmediği için yazamıyorum. Şu an yazmaya başladığıma göre ilhamın nereden geldiğini merak edenler cevabı, ‘Ludovico Einaudi’ de bulacaklar. Böyle sanatçılar ender, kuytuda kalmış bir cevher sanki. Dünyayı dolaşsanız, tüm kuytu, köşe neresi varsa baksanız belki de hiç karşılamayacağınız ender güzelliklerden.

Size de olmaz mı? Böyle bir insan nasıl yaratılmış diye bir anda hayretler içinde kalmaz mısınız? Dehayı içinize çeker, defalarca ve defalarca bıkıp usanmadan onun içinize dolmasına izin verirsiniz.

Ben böyle anlarda Anka kuşu gibi küllerimden yeniden doğuyorum. Her şeyin bitip de dibe vurduğunuz anlarda enkazınızdan yeni bir benlik doğar. İçinizdeki dallar yeşermeye başlar, en ücra noktalara kadar ulaşır, o dallar.

Beni tanıyanlar bilir, nedense bu zamana kadar bana ilham veren tek şey müzik oldu. Özellikle de piyano! Kulağım piyanonun tuşlarını çalıyormuşçasına takip eder, kendimi bir an piyanistin yerine koyarım. Onunla beraber başlarım çalmaya. Sonsuza kadar çalmak isterim. Piyanonun sesinde kaybolmak isterim. Arka fonda beni destekleyen keman sesleri de olursa değmeyin keyfime. Hararetli bir yarış başlar ikisi arasında. Piyano ile keman telleri birbirleriyle yarışır, kim önde bitirecek diye heyecanla notaları takip ederim.

Bugün içimden gelen bu sözleri yazmamı sağlayıp, küllerimden doğmamı sağlayan bu müstesna insana yani ‘Ludovico Einaudi’ye çok teşekkür ederim. Tabi aracı olan Mercan Dede’ye daha çok…

Buyurun, gerçek müziğin keyfine…

Özellikle, ‘Divenire’ ve ‘Primavera’ya dikkat!