30 Haziran 2016 Perşembe

Peki ya siz?


Nemrud, ona karşı gelen Hz İbrahim peygamberin ateşte yakılması emrini vermiş. Meydanda odunlardan büyük bir yığın yapıp odunları tutuşmuşlar. O kadar büyük bir alevmiş ki bulutlara kadar yükselmiş. Bütün hayvanlar ateşten korkmuş kaçmış. Nemrud, ne güçlü bir kral olduğunu herkes anlasın, görsün istemiş. Nemrud’un askerleri İbrahim peygamber’i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış.
Bu sırada göklere kadar varan ateşe doğru bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile telaşla gidiyormuş. Başka bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş:
– Acele ile nereye gidiyorsun?
Telaşla yetişmeye çalışan karınca, ağzındaki bir damla suyu ellerinin arasına alıp cevap vermiş:
– Haberin yok mu? Nemrud, İbrahim peygamberi ateşe atacakmış. Meydana ateşin olduğu yere su götürüyorum.
Diğer karınca kahkahalarla gülerek demiş ki:
– Senin yanan büyük ateşten haberin yok mu? Ateşe hiç bakmadın mı? Ne kadar büyük, senin bir damla suyun ateşe ne yapabilir ki?
Bir damla su taşıyan karınca:
– Olsun, hiç olmazsa hangi taraftan olduğum anlaşılır.

Bu hikayeden çıkarılacak sonuç;
Acaba biz ne tarafta olacağız?
Barış için mi savaş için mi çalışacağız?
İyiliğe mi kötülüğe mi hizmet edeceğiz?
Unutulmamalı ki;
Damlalar birleştiğinde okyanusu oluşturuyor.
Ve içindeki canlılar ancak onların sayesinde yaşayabiliyor.
Ben zor olanı seçiyorum.
Peki ya siz?
Sevgi ve selamlar
Tuğba 💙

20 Haziran 2016 Pazartesi

İnsan, kendi karmaşıklığı kadar yer kaplar.




Siz, hiç düşündünüz mü? Karmaşıklığınız ne kadar yer kaplıyor diye... Şimdiye kadar katettiğiniz yollar, tanıştığınız insanlar, işin içinden bir türlü çıkamadığınız sorunlar bu karmaşıklığın sebebidir. Belki de yolumuz düz bir çizgiden ibaretken, istemesek bile insanların karmaşıklığı yüzünden de karışırız. Ama çoğunlukla bunu farkedemeyiz.

Esas ana sebeb ise duygu ve düşünce olarak ikiye ayrılmamızdır. Kalp ve beyin zıt prensiplerde çalışır. Beyine doğru gelen kalbe ters gelir. Böylelikle önce içte karışırız. İçimiz düğüm olup kaldığında çevreden yardım da bulamazsak bir bakarız ki çözemeden bir ömür geçmiş. Hayıflanmamak elde değil!

Bizim gibi toplumlarda özellikle daha zordur yaşamak. 'El ne der sonra!' gibi kalıplaşmış düşünceler yaramıza daha da tuz basar. Bu kalıptan kurtulmak o kadar zor bir iştir ki, deveye hendek atlatmaya benzer. İlla ki ama illaki hayatınıza müdahil olacak biri karşınıza çıkar. Anne, baba... Belki bir eş, hatta çocuk... Kim olursa olsun karşıdakinin duygusu hep es geçilir. Başkasının ne düşündüğü daha önemlidir. Ya kınarlarsa? Aman Yarabbi! Nice olur halimiz!

Beynin biriktirdiği bu kalıplar, yeni nesile empoze edile edile bugünlere kadar gelinir. Bir çeşit, doğduğunuz zaman paket kalıp halinde size sunulur. Gözünüzü açtığınız andan itibaren anne ve babanızın getirmiş olduğu kalıplar size bir bir giydirilmeye başlanır. Onların da bir suçu yoktur aslında. Onlar da giydirilmiştir çünkü. Yaşaya yaşaya toplumun dikte ettiklerini de giyerler. Siz böylece bir kaç yüz kat yükten kurtulmaya çalışırsınız. Çoğunlukla da bir ömür boyu uğraşırsınız.

Bir yükü atayım derken sizin yaşantınıza giren insanlar size bir şeyler katarlar. Çoğunlukla yüklenen sadece başka yüklerdir, kimse bu yükü azaltmaya çalışmaz.

Hele ki bir de dışardan yardım almaya çalışın. Görürsünüz dünyanın kaç bucak olduğunu! Ayıplanmanın binbir türlüsüyle karşılaşırsınız. “Zayıf” damgası yemekten kurtulamazsınız. Çoğu insan bilmez ki, yardım istemek bir zayıflık belirtisi değildir. Aksine, kendi içine kapanıp kendini çözmeye çalışmak insanı daha da batağa sürükleyecektir. Mükemmel miyiz ki kendi işimizi kendimiz halledelim?

Çoğunlukla iyi niyetli de olsa, her türlü yönlendirmenin, gereksiz bir karmaşaya yol açtığı da düşünmekteyim. Nereden bileceksin ki söylediklerinin karşındaki için iyi olduğunu? İçine girip onun hayatını mı yaşadın! Rehberlik yapayım derken bir hayatı karartabileceğini asla unutmamalıdır insan.

İnsan önce kendi içine bakmalıdır. Bulduklarını çevredekilerin söyledikleriyle mukayese edebilir. Daha fazla ileri gitmemelidir. Çünkü duygu denilen olgu, her insanda farklı belirtiler verir. Algılar ise o, insana hastır. Doğru ya da yanlış olduğunu ise ancak zaman gösterir.

Çocuğunuz ya da çocuklarınız varsa sadece o istediği zaman rehberlik edin. Onu sıkmayın, kendi hayatlarınıza hapsetmeyin.

En önemlisi onun da kendine ait bir hayatı olduğunu aklınızdan hiç çıkarmayın.

Unutmayın, çevreye saygılı bir çocuk yetiştirmek istiyorsak önce biz o çocuğa saygı göstermeliyiz.

Saygı dolu bir dünyaya, ancak el ele vererek ulaşabiliriz.


Sevgiler

 tuğba ünsal