15 Aralık 2015 Salı
Öz
İnsanın en önemli içgüdüsü hayatta kalabilmek ve gelecek nesillere yaşanılabilir bir dünya bırakabilmektir.
İşte bu noktada, insan kendini hayata karşı nasıl koruması gerektiğini anlıyor;
"Kendisine karşı kötülük edenlere karşı iyi olmaları için dua ederek..."
Zira, tüm insanlar özünde iyidir. Üstü kabuk bağladığı için özüne kavuşamamış insan vardır.
Unutmuş olanlara lütfen hatırlatalım.
"Öz" dediğin ruhtur. "Ruh" dediğin ise Allah'ın bir parçasıdır. Nasıl kötü olsun?
Özle buluşmak üzere...
Sevgi'yle kalın.
23 Kasım 2015 Pazartesi
Yalnızca
Yalnızca
Kimsesizler
Ormanı'nda, yeni doğmuş bir günün sonunda
Nadide
yetişen sevgilerin barınmaya çalıştığı bir ortamda
Taze
aşkların baki kalması ne kadar da zor... Bunu anladığında
Elinde
ne var ne yoksa koruma altına alırsın, dikkatli ve usulca
Ya
ondadır ya bunda, kaçın kurası gezer ortamda, el ele, kol kola
Acıyı
durduramadığından şikayetçiydi tüm mazlumlar, bir arada
Katılaşmış
kalplerin çok olduğu bir ortamda, bir o kadar saygısızca
Kenetlenmişti
korkmuş yürekler, bir umutla, birbirlerine sıkıca
Ceylandan
bile ürkek, bir o kadar çaresiz ve usanmış olunsa da
Yine
de yaşamak gerekti doyasıya, hiç pişman olmamışcasına
Dikilmiş
ve çok az sulanmış umutlar belki yeşerir diye, umarsızca
Bekliyordu
insanoğlu, ne zaman bitecek bu kavga diye, sabırsızca
Yollar
bitmemiş, dar geçitler aşılamamış olsa da, vız gelirdi insana
Dile
gelmemiş aşklar, birbirine kavuşacaktı, zamanla azalsalar da
Belli
ki çiçekler de yardıma hazırdı, zor koşullar altında açsalar
da
Yalnız
gönül kapısı aralanmalıydı, rahmet her zaman bol olsa da
tuğba ünsal
11.10.2015
17:17
18 Ekim 2015 Pazar
Acı biter nasıl olsa
Acı biter nasıl olsa
Kalır sadece gözyaşları
Bunu hep hatırla
Keskin sirkenin küpüne
verdiği zarar nasılsa,
Gönlün de ekşir koy bunu aklına
Emaresi kalmasa da acının bu hayatta
Bir ruh kalır alevden, yana yakıla
Kimsesiz olduğunu sansan da bu fıtratta
Kelebeğin ömrü kadardır acılar unutma
tuğba
10 Eylül 2015 Perşembe
Yaşadığın yer ancak sevgi ile korunabilir
Nasıl
ki insan sevdiği zaman karşısındakinin eksikleri görmez ise
insan diğer insanların da yaptığı yanlışları aynı
perspektifle görebilmeli ve kolaylıkla bertaraf edebilmeli. Çünkü
her insan zayıftır ve zaafları vardır. Bunu inkar edebilecek bir
kişi var ise buyursun geçsin karşıma, bir güzel konuşalım.
Çok
az bir istisna dışında herkes ailesini sever. Ne kadar kavga
gürültü çıksa da bir bakmışsınız tüm ev süt liman olmuş.
Çünkü insan sevdiklerini öyle kolay bırakamaz. Çünkü
içeriğinde emek vardır, özveri vardır, anlayış vardır. Kolay
değildir öyle vefasız olmak! Vicdana her zaman yenik düşülür.
Bu hep böyleydi, böyle de olacaktır. Bunu duyguyu yaşamamış
biri varsa buyursun geçsin karşıma, anlaşalım.
Konuyu
biraz daha genişletelim şimdi. Aileden komşulara, oradan
akrabalara ve tüm tanıdıkları da şöyle bir kapsadıktan sonra
mevzuyu vatana getirirsek eğer, temelde değişen hiçbir şeyin
olmadığı görülecektir. İnsanlar daha kalabalıktır, hatalar da
aynı oranda büyümüştür. Kargaşa da aynı şekilde büyümüş
olabilir. Ama çekirdekte yatan düşünce burada da iş görür.
Seviyorsan akran ve akrabalarına, tüm hemşerilerine ve ülkene aynı bakış açısıyla bakmak gerekir.
“Nasıl olacak?” diyenler buyursun gelsin karşıma, enine boyuna tartışalım.
Zira
temelde insan aynı, duygular aynı... Özümüzde hepimiz aynı
yaratılmışız. Aynı nurdan gelme değil miyiz? Nasıl farklı
olalım? Düşünce kalıplarımız farklı gibi görünüyorsa o
zaman empati duygumuz devreye girmeli. Farklıysak, farklı evlerde
farklı düşünce kalıplarındaki insanların etrafında
yaşadığımız içindir. Herkes başkalarından öğrendiği ve
üzerine giydiği bu düşünce kalıplarını birbirine satmaya
çalışıyor. Aslında hepimiz birer “Pazarlamacı” olmuşuz da
haberimiz yok.
-Yanlışsın.
diyeniniz varsa buyursun geçsin karşıma, orta yolu bulalım.
Hepimizin
“Yol”u bir. Ve bu iyilik içeren bir yol. Tüm kalbimle inanıyorum ki dünyanın en kötü
insanı bile çocuğuna onun iyiliği için öğütler veriyordur.
Çünkü insanın doğasında %100 iyilik olamayacağı gibi %100
kötülük de yoktur. İşte amaç bu iyilikleri yakalayıp orta yolu
bulabilmekte...
Ne
kadar kolay değil mi karşımızdaki insanın kötü yanlarını
görebilmek. Onu ifşa etmek için adeta birbirimize yetiştirmek
hatta bu konuda yarışmak. Burada hemen üç temel yanılgıdan
bahsetmeliyim:
- Birisi hakkında yapılan dedikodu olay çarpıtmadan anlatsak bile özümüzü kirletmiş oluyoruz. Çünkü müneccim değiliz ve insanların aslında içinde gizlediği niyeti bilemeyiz.
- Birisi hakkında yargıya varmamız temelde yanlıştır. Allah bile ahirete kadar karar vermiyor ki bize ne oluyor? Yargıç olmak istiyorsak bi zahmet hukuk fakültesine yazılalım.
- Birisi hakkında bu kadar konuşmamız acaba onu kıskandığımız ya da çekemediğimiz için olabilir mi? Rakip mi gördük yoksa? İçimizdeki o kocaman egoyla bir konuşalım bakalım.
İnsanın
en iyi silahları; iyi niyeti, barışı istemesi, kendi için
istediğini başkası için de istemesi ve en önemlisi affetmek olmalıdır. Bu kabul
gördüğünde gerçek barış sağlanmış olacak ve yaşadığımız
topraklara huzur gelecektir. Bunu istemeyen varsa bi zahmet karşıma
bile çıkmasın. İnsanım, Allah muhafaza kelimelerim kurşuna döner,
yaralanırsın, üzülürüm.
İçimizdeki
sağduyuya ve ne olursa olsun sevme fikrine sahip çıkalım. Bir de
anlayıp bilmeden gaza gelmeyelim, araştıralım. Tek istediğim bu.
Sevgiyi, iyi niyeti, kardeşliği, paylaşmak isteyen kim varsa kapım
her zaman açık. Buyurun gelin yanıbaşıma, birer kahve içelim :)
tuğba
ünsal
10.09.2015
12:05Not: Fotoğrafı, Servergazi Tepesi, Denizli'de çekmiştim.
24 Temmuz 2015 Cuma
Gerçek mi bu düşünceler?
Bir kayıp giden
gerçekler, bir akıp giden zaman... Hepsi bir anda unutulan
kelimeler! Ardından bir o kadar geri alınamayacak tümceler... Bir
zaman tüneline girip korku tünelinden çıkmalar, bu ne yaman
çelişkiler!
Kafalarda binbir
düşünceler, kah oraya kah buraya salınarak gelmekteler. Bir süre
konuk niyetine misafir edilmekteler sonra ardlarına bile bakmadan
kaçıp gitmektedirler. O zaman neden bu üzülmeler?
Saf ve temiz düşünceler,
şimdi kim bilir neredeler? Akın akın gelen ve bir o kadar
silinmeyen duygular yoksa kör kuyulara mı düştüler? Uykusu
kaçmış yıldızlar gibi, hayata küsmüş çiçekler gibi bir bir
geri gelmekteler.
Sersefil bir hayata
yelken açmaktan yana olan kalpler, gerçek gözlerini açmaktan
acizdirler. Tutam tutam olmuş yaşamlarını urgan yapıp dokusalar,
bence iyi ederler. Üşengeçlikten dile dökülemeyenler, bir de
bakmışsın hayal olup dörtnala gitmektedirler.
Sade bir yaşamdır
aslında istenilen, özlenilen... Masa kenarı değil, pencere önüne
yakışan cinsten... Lavanta kokusu sinmiş gecelere ancak pervane
olmuş yıldızlar eşlik eder. Seccadeye yapışmış izler gibi,
pembe açmış güller gibi, sararmış yapraklar gibi ne güzeldir
kokusu hayatın!
Söylenecek sözlerin
tükenmesinden ziyade, gelip geçeceklerin diyarıdır burası.
Katmerli olsa da düşünceler, zamanla mutlaka dönüşecekler.
Gelen gideni aratsa da işler, illaki yoluna girecektirler. Peki ya
neden bu üzülmeler?
Bir türlü çözülemeyen
düğümler, içi kara dolmuş güğümler... Belli ki sıralarını
beklemekteler. Buz kesmiş kalpler, sanılmasın derde düşmüşler.
Derdi veren belli, işaretleri izleyen belli, hesabı kapatacak olan
da... Mühim olan semaya erişen yürekler... Belli ki 'Sevgi'
istemekteler.
Sırlar yok ola, dertler
derman ola, sarıla...
Düşünceler billur
gibi ola, biter aka aka...
Gönüller hoş ola,
sevgiyle kucaklanıla...
Samanlık seyran ola,
daha ne ola!
tuğba ünsal
24.07.2015
22:38
not1: Resmi evim Denizli'de çekmiştim.
not2: Yazıyı yazmamda yardımcı olan şarkı Coldplay'den 'O' idi.
25 Haziran 2015 Perşembe
Dolduralım mı?
Önce
kaşık kaşık, sonra kepçe kepçe... Eğer ki tas tas
doldurabiliyorsak ve karşımızdaki her türlü canlıya
sunabiliyorsak bizden daha mutlusu olmayacaktır, eminim. Çünkü
dünyada kullanılması en gereken ve maalesef uygulamaya geçilemeyen
tek olgudur, “Doldurmak”.
Tabi
burada seçim yine insana ait. Kaşığı, kepçeyi ya da tası ne
ile dolduracağımız? Şekerle mi, tuzla mı? Balla mı, zehirle mi?
Sevgiyle mi, nefretle mi? Seçim, tamamen ince bir çizgiye bağlıdır.
Ve yaşam sürekli bu “İnce” çizgide yürümektedir.
Ne
mutlu, kaşığı şekerle, balla, sevgiyle doldurabilene!
Ve
insan şunun da farkında olmalıdır ki; ne ile dolduruyorsak
aslında kendi kabımıza dolduruyoruzdur. Şeker koyarsak, şeker
gibi sevilen bir insan, zehir koyarsak sürekli kaçılan bir insan
oluruz. Çoğunlukla bunun farkında değilizdir ya da bazen bilmek,
işimize gelmez.
Ve
ne olursan olsun yapılan iş, gönülden gelmelidir. Gönülden
olmazsa bırakın insanı, diğer canlılar bile yapmacıklığı
anlayabiliyor. Tüm canlılar olarak içtenliğe o kadar hasretiz ki!
Günümüz
dünyasında anlaşılamama ve bundan doğan yalnızlık korkusu
sürekli artmaktadır. Çoğu insanın ayrımına vardığı üzere,
tüketim toplumu olmak, ruhların tükenmesine yol açıyor. Ruhun
tükenmesi, maneviyattan uzaklaşma anlamına gelir ki insanı
besleyen birinci damarın tıkanmasına eşdeğerdir. İnsan, içten
içe ölmektedir, ruhu yaşlandırdığı için...
Şöyle
düşünelim; aklımız sürekli bir şeyler almada... Alıyoruz, bir
süre sonra daha güzeli, daha teknolojik olanı çıkıyor.
Sabredemeyip, paramız olmadığı halde borçlanıp alıyoruz. Daha
borcu bitmeden yenisi çıkıyor, tekrar borca girip yenisini
alıyoruz. Ve bu böyle sürüp gidiyor. Tüm yaşam enerjimizi bu
konulara harcıyoruz. Enerji hiç tükenmeyecekmiş gibi yaşıyoruz.
Depoyu maneviyatla dolduracak zamanımız kalmıyor ki! Tüm enerjiyi
bizi kurtarmayacak işlere yatırmışız, bir türlü
vazgeçemiyoruz.
Unutmayalım,
tükettiğimiz her gereksiz parçada kendi ruhumuzu da bir parça
satmış oluyoruz. Hiç tüketmeyecek miyiz? sorusuna ise cevabım,
“az ve öz” olmalı derim.
“Az ye, çok ver”
“Az tüket,
çok üret”
“Az kazanç, daha çok maneviyat”...
Peygamberimizin
de “Ölmeden önce ölünüz.” sözü, tam olarak bunu anlatır.
Maneviyatı
bol olanın değerleri de çok olur. Değeri çok olanın, dolduracak
kaşığı çok olur. Kaşık doluysa, doyacak gönüller bol olur.
Dünya kurtulur, gönüller rahat olur.
Huzur
olur, mutluluk olur, sevgi olur.
En
önemlisi, “AŞK” olur! Yüce Mevla, hep yanında olur.
tuğba
ünsal
25.06.2015
12:28
21 Mayıs 2015 Perşembe
5 Nisan 2015 Pazar
Sual
Aradığın tüm duygu ve düşüncelerin içinde olması ve bunlardan istediğini seçme özgürlüğü...
Söyle, hangisini seçeceksin?
Yıkım mı onarım mı?
Yapıştırıcı mı delgeç mi?
Kalbinin yolu göstermesini istiyorsan, ışıkları açmalısın.
tuğba ünsal
05.04.2015
13:37
Not: Fotoğrafı, Yenişehir Denizli'de çekmiştim.
15 Mart 2015 Pazar
Amaca tutunmak
Bazen küfür gibi gelir hayat. Yıkılmışlıkların, çaresizliklerin ve ümitsizliklerin yumağı olmuştur. İşin içinde çıkılamaz sanılır. Her yıkım, kalpten ufak parçalar alır götürür. Öze ulaşıldığında eğer onu da kaybederse insan, işte o zaman geriye dönüş olmayacaktır.
Ama
insanoğlu bu ya, her seferinde küllerinden doğmayı başarıyor.
Sanırım herkesin içinde var olan bir özellik bu. Atalarımızda
olmasaydı zaten bizler var olamazdık. Asıl soru şu? Bu kadar acı
olmasaydı, büyüyebilir miydik?
İnancını
sorgulayan insanın dikkat etmesi gereken kısım burada yatıyor
galiba.
Neden acı, keder, kin, nefret,kıskançlık gibi duyguların
temelinde “Kötüyü bilmeyen, iyinin tadını alamaz”da yatar.
Farkettim ki insanlar, hep iyiliği, güzelliği istiyor da ondan çok
çabuk sıkılıyor. Belli ki, kötü şeyler başına gelince
kendini bir toparlıyor, can sıkıntısını unutuyor ve daha bir
sarılıyor hayata. Bu da belki neden savaşların varolduğunun,
hala neden kötü şeylerin dünyada yaşandığının kanıtı
bence.
“İçindeki
savaş bittiğinde dışarıdaki de bitecek.” İnsan, iyiyi ve kötüyü
eşit bir şekilde içinde barındırıyor. Kötüyü bastırmada
kendini ne derece eğiteceği ise kendine kalıyor. Olgunluk
dediğimiz mertebeye öyle kolay ulaşılmıyor işte. Ulaşıncaya
kadar insan, ne gönüller kırıyor bildiğiniz üzere. Kötü
yanlarını ne kadar törpüleyebilirse, ne kadar gömebilirse
hayata o kadar değer katmaya başlayacaktır. Hepimizin bu noktayı
düşünmesi gerek bence!
'Secret' kitabıyla tekrar dünyaya verilmek istenen mesajları, biz
Anadolu'da yıllardır zaten biliyoruz. Hasbelkader uygulamaya
çalışıyoruz. Anadolu insanının geninde var olan bir şey bu.
Savaşmak ama incitmek için değil, iyiliği yaymakta kullanacağı
güçlü genler bunlar. Çoğu insan tarafından yanlış anlaşılsa
da hepimizin yüreğinden çıkan aynı sözler:
Barış,
kardeşlik, el ele gönül gönüle çocuklarımıza daha güzel
yarınlar bırakabilmek ve ülkemizi hem madden, hem manen ileriye
taşıyabilmek. Bundan daha önemli bir gaye düşünemiyorum. İnsan
bu türlü yüce duyguları tekrar içinde keşfedebilirse, o zaman
diyecek ki;
“Aman, bu başıma gelen ne ki?”
“İnsanın
atlatamayacağı hiçbir şey olamaz bu dünyada.”
“Her
kötü şey, bir bakmışsın yok olmuş, gitmiş hafızanda”
Devam edebilmek için insan işte bu türlü duygulara bağlanmalı derim ben. Şan, şöhret, para pulun ne kadar geçerli olduğunu artık hepimiz çok iyi biliyoruz. Zaten çok oldu mu onun tadı da kaçıyor. Tekrar yaşamak isteniyorsa, kendini tekrar ateşin içine atmalı insan. “Nasıl?” sorusunu sorarsanız fazla paran varsa dağıtmayı dene, zamanım çok diyorsan hayır kurumlarına gönüllü olmayı dene, fazla gücün varsa beraber yaşadığın insanların refahını arttıracak şeyler yap. Mutlu isen diğer insanlara da bulaştır. Çok biliyorsan paylaş. Çünkü hayat paylaştıkça ve sevdikçe güzel!
Mercan
Dede'nin dizeleriyle son bulsun yazım
Daha
üstüne laf koymanın anlamı yok sanırım
“Adına,
tadına, tuzuna, tozuna bakmayız,
Acısını duyalım
yeter.
Her nemiz var ise verip verip,
Kalp, gönül, damar, ses, nefes...
Hayal, hülya, rüya, şarkı, şiir, miir...
Ne bulursak girip girip.
Garip garip severiz biz,
Garip garip...”
Her nemiz var ise verip verip,
Kalp, gönül, damar, ses, nefes...
Hayal, hülya, rüya, şarkı, şiir, miir...
Ne bulursak girip girip.
Garip garip severiz biz,
Garip garip...”
Temcit pilavı gibi dönüp dolaşıp aynı şeyleri yazıyorsam,
Bilin
ki tüm fikirler aynı kapıya çıktığından...
Sevgi
ve selametle...
tuğba
ünsal
15.03.2015
11:17Not: Fotoğrafı evim, Denizli'de çekmiş idim.
21 Ocak 2015 Çarşamba
Umut
İçimde bir umut
buldum. Ona tutunacağım bugün. Çünkü hissiyat denizinde hayatta
kalabilmenin anahtarıdır umut. Hiç yaşanmamışları diriltendir,
yeniden filizlendirendir.
Hayat nerededir'in
cevabıdır belki de... Yeri geldiğinde kazanları kaldıran, en
olmadık zamanlarda savaş çanlarını çaldırandır, sebebsiz...
Bazen küçük bir taşın altında gizlidir. Kaldırıp bakmazsan
asla göremeyeceğin... Bazen kılı kırk yarsan da bulamazsın onu,
çünkü umudun fıtratında bir gizlilik saklıdır. Her isteyen,
her dileyen bulamaz onu. Öyle köşe bucaklara saklanır ki ancak ümidini kesersen onu bulabilirsin. Sanırım bu yine tevekkülle
alakalı bir durum.
Kaybet ki bulasın!
Belki de umut dediğin
lotus çiçeği gibidir. Nadide bir çiçektir. Bataklıkta yaşasa
da her daim güzel kalabilendir. Üstüne bir toz gelse bile
silkelenendir. Kolay mı umut bu! Tabi ki zor bulunacak, nadide ve
kıymetli olacak. Uygun toprakta açtıkça açacak, pembenin her
tonu olacak. Sonra sarardıkça sararacak, dibe batacak. Ve yeniden
doğacak, küllerinden... İçinde filizlenmiş umut ile bataklıktan
kurtulacak, yukarıya doğru çıkıp, o çok sevdiği güneşine
kavuşacak. Sonra Şems'ine kavuşmasının verdiği gururla katmer
katmer açacak.
İşte hayat bu! İllaki
bir hissiyatın peşinden gideriz. Bazen koşarız, bazen küser
vazgeçeriz. Sonra tekrar tekrar deneriz belki. Sonra bakarız, boş
gelir tüm bunlar. Dünya boş gelir. Bir amaç edinmelidir insan ya,
bir bakar ki boş işleri amaç edinmiş. Bunu da herşeyi
kaybettiğinde anlar. Bir süre hissiyat denizinin dibinde yaşar.
İnebildiği kadar derinlere iner. Nice duygular gelir geçer gözünün
önünden... Nice sızlanışlar hisseder kalbinin ta derinlerinden.
Kaçmış trenler misali kaçırdığı fırsatlar geçer gözünün
önünden. Kırıklarının ne kadar da önemsiz olduğunu anlar bir
bir. Yaptığı çocukluklara güler. Şimdiki aklım olsa böyle
yapmazdım der.
“Öncelikle şu
gururumu bir kenara fırlatırdım” der. Bilir ki bu duygu
kahrolası bir duygudur. Kibirin kardeşidir belki de. Saçma
sapandır. Gereksizliği pek çok kez kanıtlanandır. Peki altında
yatan duygu nedir denilirse reddedilme korkusudur. Belki de yalnızlık
korkusu... Yüzleşemez insan korkularıyla, saklı tutar içinde,
hep yarım kalmışlıklarıyla... İşte belki bu noktada lotus
çiçeğinden öğrenilecek çok şey olabilir. Geçmiş geçmişte
kalmalıdır. En küçük bir olumsuzluk silkelenmedir, hiç
düşünülmeden...
Çapaklar bir bir
temizlenmelidir. Büyüme yolunda en küçük bir çapak kalmamalıdır
ki bir yere takılıp yolumuzdan alıkoymasın bizi. Sonra devam
etmek için nasıl tutanacağız umuda, ümide, sevgiye, şefkate...
Biz uzanmak istedikçe, devam etmek istedikçe dikenler bir yerlere
takılacak. Olduğumuz yerde kalakalacağız, güneş göremediği
için büyüyemeyen ağaçlar gibi. Zira ağaç olabilmeli insan,
dalları göğe doğru ne kadar çıkabilirse, ne kadar
genişleyebilirse o kadar yararı olur diğerlerine, sevdiklerine...
Kıssadan hisse
arkadaşım, yolda bir umut bulursan sarıl ona. Bırakma. Hayat bu
gelip geçecek nasılsa. Sen devam etsen de etmesen de geçecek bir
bir dakikalar unutma. Yolda benimle karşılaşırsan bir selamını
benden esirgeme sakın ha.
Haydi kal, sağlıcakla...
tuğba ünsal
21.01.2015
21:21
Not: Resmi, Yenişehir Denizli'de çekmiştim.
11 Ocak 2015 Pazar
Bir bahar temizliği
Şöyle
bir içimi süpürdüm dün gece. Yosun tutmuş kenarlarımı da
ihmal etmedim. Sararmış yapraklarımı bir bir ayıkladım.
Olası bir yangında kolayca ateş almasınlar diye...
Meğer
ne çok biriktirmişim, gereksiz anıları, gereksiz insanları...
Buz tutmuş saçaklarım kadar tehlikeliydiler oysa. Erimelerini
bekleyemeden temizledim bir bir. İçimde kırılmış ne varsa
topladım. Derinden bir oh çektim!
Sonra,
kıyıda köşede kalmış, toza toprağa bulanmış çocukluk
anılarımı buldum. Ne değerli bir hazine oysa! Fincan takımıyla
oynayan bir kız var orada. Kahkahası bol. En küçük şeyden mutlu
olabilen küçük kızın kalbi de açıkça görülebiliyor. Her
daim sevmeye hazır ama sevilmeyi de hakediyor.
İçimdeki
Ben'le gidişata bakıyoruz artık. Gelecek gidecek ne varsa daha bir
hazırım. Korku, endişe, üzüntü devrini kapattım. Artık temiz
bir sayfa açmak lazım. Hayatı, kadifenin üstüne ince ince
işlemek lazım.
İpek
çarşaflarımı serdim. Lavantaları başucuma koydum. Pencerelerimi
sildim. Karşıdaki ormanı daha iyi görebilmek için...
Kulaklarımın pasını atmak için gramofona bir plak koydum.
Fırından yeni çıkmış ekmek tadında bir müzik bu. Dinledikçe
içim ısınıyor. Hiç olmadığım kadar rahatım.
Yemek
masamı hazırlıyorum şimdi. Hiç kullanmadığım kristal
bardaklarımı koyacağım. Yeter bekledikleri! Malum yeni
misafirlere yer açma zamanı, belki de yeni umutlara...
Menüde,
üstüne biraz umut serpiştirilmiş sevgi var. Çorba niyetine
içilecek hoşgörü var. Tatlı niyetine ise gülümseme. Bu, en
sevdiğim... Kalbimi de ortaya koydum, hiç solmayan çiçeklerle
birlikte...
Kapımı
açtım bekliyorum.
Yeni
misafirlerim kim olacak diye merak ediyorum.
tuğba ünsal
11.01.2015
11:19Not: Fotoğrafı; Yenişehir, Denizli'de çekmiştim.
2 Ocak 2015 Cuma
Sır
Sadakatle yaklaşan bir
günün ortasındayım. Sevgi ile çerçevelenmiş bir gün bu.
Fırtına yeni durulmuş, belli. Her fırtına sonrası olur böyle,
sukunete ulaşmanın en kestirme yolu belki de...
Bakınız
evrene,doğaya... Sıkıntı olmadan, acı çekmeden bir bebek bile
doğmuyor dünyada. Bunun bilincine varıyor belki de insan. Neden
gülüm balım bir dünyada yaşayamadığımızın kanıtı bu. Ve
insan anlıyor ki, herşey olması gerektiği gibi. Ne eksik, ne de
bir fazla.
Kargaşa önce içimizde
başlıyor. Korkular eşlik ederse, iş o zaman çığrından çıkıyor
bence. Adı üstünde kaos! Negatif enerji alanına girip bir süre
çıkamazsak, boğuşmaya devam ediyoruz. Çünkü hataların
temelinde insanın kendine bakmaması vardır. Bu bir gerçek.
Başımıza ne gelirse gelsin, kendimizin bu olayları çektiğini
bilmeyiz çoğu zaman. İster iyi niyetli, ister kötü niyetli
olalım her türlü olayı aslında kendimiz, kendimize çekiyoruz.
Mıknatıs gibi. İster inanın, ister inanmayın bu olay adeta
Güneş'in, Dünya'yı kendine çekmesi gibi... Yani aslında bir
doğa kanunu...
- Benzer benzeri çeker.
- Içinde ne varsa onunla beraber çeker.
Yani, sevgi varsa
sevgiliyi, öfke varsa öfkelileri çekersin. Kural bu kadar basit.
Başımıza ne gelirse
gelsin, sakin kalmak bu noktada önemli işte. Kazaları, belaları
bu noktada başımızdan defedebiliriz belki. Bilip bilmeden
konuşmanın da önüne geçilebilirse tüm başımıza gelen
olayları çözebileceğimize inanıyorum. Bir de bunu alışkanlık
haline getirdik mi hayat daha da kolaylaşacak.
Niyeti temiz tutmak bu
yazının ana fikri. Niyet temiz olduktan, kimseye zarar vermemek baş
kural olduktan sonra sırtımız yere gelmez.
İnsan, yüreğinin
kapılarını açadursun
Mucizeler de beraberinde
gelir
Binbir güzellikteki
çiçekler
O kapılara dizilir
İnsan, gönlünü
kapatmışsa diğerlerine
Bilinmelidir ki insan
acı çekmektedir
Pek çok kez yara
almıştır,
İyileşmeye
çalışmaktadır.
Bir küsüp bir
barışması, bundandır.
Ve en nihayetinde
Kalbin de bir baharı
vardır.
Çetin geçen bir kışın
sonunda
Kar altında açan
kardelenler vardır.
Ümitle beslenen...
Peki ya, kalp kapısı
sonuna kadar açılırsa
Korku, endişe,
ümitsizlik kapı dışına atılırsa
Epey bir yer açılır
yeni olan ne varsa
Bir kaç gönül dostu
da edinildi mi
Değmeyin keyfinize,
Haydi kalın,
Hep böyle afiyetle...
tuğba ünsal
02.01.2015
21:28
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)