31 Ağustos 2009 Pazartesi

Bir Gezginin Anıları, Dördüncü gün: San Gimignano,Siena,Pisa, İtalya


12.08.2009 Çarşamba 08:12

Lord Byron’a göre dünyada gezilmesi gereken yerlerin 4. sırasında bulunan San Gimignano, 13. yüzyıldan bu yana varlığını sürdürmüş. Şehirde 13 tane kule olmasından ötürü adına 13 kuleli şehir de deniyor.

Kulelerin ilginç bir hikayesi var. Ortaçağ’da bu köye saldıran askerler buldukları ganimetlerin yanında köyün kızlarını da kaçırıyorlarmış. Gel zaman git zaman buna dayanamayan köy halkı kızlarını korumak için bu kuleleri inşa etmiş. Böylelikle askerler geldiğinde kızlarını kulenin tepesindeki odaya kapatıyorlar, böylelikle askerlerden kızlarını kaçırmış oluyorlar. Kuleleri görünce hak verdim, o kadar yüksek ki hiçbir insan evladı savaştıktan sonra üstüne o kulelere çıkıp kızları kaçıramaz! :)

Tepeciklerin üzerine kurulmuş olduğunu bol bol çıkılıp inilen yoldan anlıyoruz. Dar ama sevimli ortaçağ yollarının iki yanını küçük ama görünümleri muhteşem dükkancıklar sarmış. Toscana bölgesinde olduğumuz için ve yol boyunca bağlardan da anlaşılacağı üzere burası şaraplarıyla ünlü! Şimdi ismini unuttuğum iki ünlü şarabı tüm dükkanlarda yerini almış, içilmeyi bekliyordu. Özellikle seramik dükkanları çok güzeldi, hepsi elde boyanmış büyük tabaklar, sürahiler… Tahtadan yapılma eşyalar satan dükkan da oldukça güzeldi.

Pluripremiata, 2006’dan beri dünya şampiyonluğunu koruyan bir dondurmacı. Ben hayatımda böyle bir dondurma yemedim. Kavunlu dondurmanın her yerde tadına baktım ama limonçello yanında bu kavunlu hakikaten başkaydı. Ölmeden önce kesinlikle tadılmalı!

Ve unutmadan… Hristiyan aleminin baş simgesi olana haç şeklindeki kolyeleri San Gimignano’lular bulmuş ve patentini almışlar. Yıllık patent ücretlerini Vatikan’dan alıyorlar. Siz düşünün zenginliği!

Sırada Siena var. Mahalleleri birbirinden ayıran en önemli unsur mahallenin adı değil, binalara asılmış ve üzerinde çeşitli hayvan figürlerinin olduğu flamalar! Bir mahalleden diğerine geçerken flamalarda değişiyor. Tabi kilisenin cemaatinin değiştiğini de bu şekilde anlıyoruz.

Avrupa’nın en büyük meydanlarından biri olan Piazza del Campo, yelpaze şeklinde görüntüsüyle gerçekten çok büyük. Yılda iki kez yapılan eyersiz ata binme yarışı Palio festivali, bugün yapılacaktı. Gece olacağı için maalesef biz göremedik. Ama şimdiden etraf kalabalıklaşmaya başlamış. Eskiden kilise olan yerlerde atlar dinlendiriliyordu. İnsanlar kuyruğa girmiş ya bilet alıyorlar ya da iddia sırana girmişlerdi. Tam anlayamadım.

Kazanana ödül olarak altın işlemeli flama veriliyor ve bir dahaki oyuna kadar kazanan mahallenin flaması meydanda asılıyor.
Pistin yanlarına kurulmuş oturma yerleri bile ortaçağ filmlerinde gördüklerimizle aynıydı. Yani o zamandan kalan yerlerde oturup, ilginç flamaların boy gösterdiği yarışı izlerken herhalde insan kendini o çağda hissediyordur. Keşke görebilseydim!

Bunun haricinde sokaklar buram buram deri kokuyordu, güzel tasarımlı şık çantalar ve anahtarlıklar vardı. Beni tanıyanlar bilir, çantalara ne denli düşkün olduğumu. Burası benim cennetim olabilir. Ve nihayet Ludovico’nun son albümünü de bularak içim rahat Siena’dan ayrıldım.

Adım atmaya mecalim kalmadı ama şimdi de Pisa’dayız. 12. yüzyılda İspanya ve Afrika ile yaptığı anlaşmalar sonucu Pisa çok zenginleşmiş ve yemyeşil çimenleriyle ünlü Mucizeler Meydanı’na Duomo, vaftizhane ve ünlü eğik kulesi inşa edilmiş. Her insan evladı gibi Duomo ve vaftizhaneyle pek fazla ilgilenmeyip dikkatimi tamamen kuleye verdim. Kilisenin çan kulesi olarak inşa edilmiş olması hiç aklıma gelmemiş şimdiye kadar. Galileo Galilei, düşen objelerin hızını ölçmek için sıkça buraya gelirmiş. Şu Galileo da olmasa ne yapardı bilim dünyası!

Herkes tarafından sıkça çektirilen Pisa kulesini tutma pozlardan birkaç edindikten sonra nihayet dönüşe geçtik. Yatağa kendimi zor attım valla!

Yarın dillere destan Venedik…
E

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder