26 Ağustos 2009 Çarşamba

Bir Gezginin Anıları Birinci gün: Roma, İtalya


9.8.2009 Pazar 24:29 Atlas Jet KK469 uçağıyla giderken bilinmeyenin verdiği bir heyecan vardı içimde. Çünkü ilk defa yalnız başıma ve hiç bilmediğim, dilini konuşamadığım bir ülkeye kendimi ışınlıyordum. Şu anki belirsizliği ortadan kaldırmak için kendimi yazmaya verdim. Günlüğümün ilk satırları bolca ‘Acaba’larla , ‘Nasıl’larla’ doldu. Merakımdan çatlamak üzereydim, yanımdaki insanlar da öyle olsa gerek, almışlar ellerine bir İtalya kitabı, başladılar plan yapmaya… Eee, ne de olsa kültür turizmi, kaldığın yer ya da yediğinden ziyade tarihte bir yolculuğa çıkmaktı esas olan! En azından kendim için öyle bir keşif bekliyordum.

Ve tam da istediğim gibi oldu!

İlk gün, iki saatlik uykuyla Roma’ya gözümü açtım. Önce tur rehberinin kendinden emin, konuşmasıyla oldukça birikimli olduğu anlaşılan tavırlarına mı yoksa tek tük gördüğüm İtalyanlara mı adapte olacağımı bilemedim. Zira öyle bir ana denk gelmişti ki ülkede İtalyanların yok olup yerine sadece turistlerin işgal ettiği bir ülke kalmıştı. Çünkü İtalyanların Ferragosta dedikleri Meryem’in cennete gitmesinden feyz aldıkları 15 Ağustos bayramı dahil her yer tatildi. Çoğu dükkan kapalıydı, yolda italyana rastlamamız mümkün olmadı, olanlar da beni İtalyanlara benzettiklerinden herhalde direk benimle İtalyanca konuşmaya başladılar. :)

Roma sokakları sabahın 8’inde oldukça sakin! Normal bir zamanda eminim arabadan geçilmeyecek bir trafikle karşılaşırdık ama şimdi otobüs adeta süzülüyor. Görebileceğiniz her yerde tam bir düzen ve temizlik! Buram buram Avrupa kokusu bu yüzden… 100 yıl önce ya da belki daha da eski yapıların içinde insanlar yaşamaya devam ediyor, yıkalım, paramızı çarçur edelim, komşumuza gösteriş yapalım kaygısı yok belli ki! Yüzyıllar boyunca tarihlerini tam anlamıyla korudukları için Unesco boşuna seçmemiş burayı! Görünce ülkemize yaptıklarımızdan ve yapacaklarımızdan oldukça utandım. Bir millet nasıl tarihine ve doğasına bu denli sahip çıkabilir, gözlerimle görmesem inanmazdım. İtalya’ya sıkça gelip giden siyasetçilerimizin bu durumdan feyz almasını ümit ediyorum.

Roma’nın en büyük amfi tiyatrosu Colosseum’un önünden geçiyoruz. İ.S 72 yılında Vespasianus tarafından yapımına başlanan ve İ. S 80 yıında 9000 hayvanın öldürülerek açılışı yapılan 55.000 kişilik Colosseum, bir zamanlar gladyatör savaşlarına tanıklık etmiş. Septimius Severus Sarayı’nın kalıntılarından geçerken ister istemez Harry Potter aklıma geldi. Yazarın İtalya’dan esinlendiği isimlerden belli! :)

Bir romandan başkasına sayfa açtım. Bu seferki Dan Brown’ın Melekler ve Şeytanlara konu olan Vatikandı. Gezilebilecek en iyi zamanlamada oradaydık, çünkü papa canlı canlı halkına vaaz veriyordu. Sıkı denetimin olduğu Vatikan’ın paralarını İsviçre bankalarına yatırması karşılığında gönderdiği İsviçre muhafızlarını ve kılık kıyafet tüzüğünü geçtikten sonra San Pietro’nun içine girdim. Elimde kamera farkında olmadan tavaf ettiğim San Pietro Kilisesi’nde hristiyan olsaydım hacı olacakmışım da haberim yokmuş. :)

Bir sürü heykel ve tablonun içinde kuşkusuz en güzeli Michelangelo’nun tek bir mermerden hayat verdiği Pieta heykeli, gerçekten görülmeye değerdi. Meryem ve kucağında İsa, sanki gerçekmiş de dondurularak bu zamana taşınmış gibiydi. Meryem’in göğsünde bulunan kurdelenin üzerinde Michelangelo’nun imzası, tek imzalı heykel olması bakımından esere önem katmış. (Geçmiş yıllarda Macar bir saldırganın Meryem’in bileğine zarar vermesinden ötürü eser, kurşungeçirmez cam bir bölümde teşhir ediliyordu.)

Oradan yapımına 1885’te başlanan Vittorio Emanuel Anıtı’nın ihtişamlı görüntüsüne geçiyoruz. Tarihi dokuyu bozduğu gerekçesiyle İtalyanlar bu yapının kaldırılıp başka bir yere naklini istiyorlarmış. Gerçekten de bu kadar turuncu, kahve yapının içinde bu anıt, pek bir beyaz kalmış!

Nicola Salvi’nin 1762’de tamamladığı Fontana di Trevi, yani bizimkilerin yakıştırmasıyla Aşk Çeşmesi’nin önündeyim. Çeşme’nin kabartmalarında yok yok! Tritonlar, Neptün yani denizlerin tanrısı Poseidon, susamış Romalı askerlere suyun kaynağını gösteren genç kız Trivia… Muazzam bir kalabalık, bir yandan önünde resim çektirebilmek için yarışıyor, bir yandan suyundan faydalanabilmek için yer kapmaya çalışıyor. Havuzun içi, dilek için atılan ışıl ışıl paradan görünmüyor desek yalan olmaz. Nitekim yıllık havuzdan toplanan paranın 112 milyon euro olduğunu söylememiz yeterli olur sanırım.

Ve geldik Piazza di Spagna’ya… Ünlü İspanyol Merdivenleri, 1720’lerde meydan ile yukarısındaki Fransız kilisesi Trinita dei Monti’yi birleştirmek için yapılmış. Merdivenlerin alt kısmındaki Fontana della Barcaccia çeşmesinin tasarımını ise Bernini’nin babası Pietro yapmış. Charles Dickens’ a göre burası zamanında sanatçıların ilgisini çekmeye çalışan modellerle doluymuş.

İlk öğle yemeğim, Piazza Mignanelli’deki bir kafedendi. Roma pizzası herhalde bu kadar korkunç olabilirdi. Gidenlerin ‘Gerçekten tadı çok farklı!’ dedikleri pizzayı inanın annem çok daha güzel yapıyor!

Akşamına tekrar Roma’nın bir başka merkezi Piazza Navona’dayız. Üç barok çeşme, lüks kafeleriyle ünlü bir meydan burası. Ressamlarla dolu mekana, Michael Jackson anısına gösteri yapan dansçılar eşlik ediyor. Yediğim lazanya’nın tadı hala damağımda…

Son olarak ara sokaklardan yürüyerek başka bir meydana geldiğimizde karşımdakini görünce büyülendim. Ünlü Pantheon karşımda mağrur edasıyla dikilmiş bana bakıyordu. Bütün tanrıların tapınağı adı verilen yapı İ.Ö 25 yıllarından kalma. Bu kadar korunmuş olması bir mucize gibi geldi bana. Dev sütunlu üçgen başlıklı yapı daha sonradan kiliseye çevrilmiş. Şimdi ise Raffaello’nun da aralarında bulunduğu İtalyan monarkların mezarlarını içeren bir anıt niteliğinde.

Güzel ve büyülü bir akşamın ardından yorgun ama mutlu bir şekilde yatağımdayım.

Yarın Napoli ve Pompei’deyim. Bakalım neler olacak? :)

E


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder