29 Ağustos 2009 Cumartesi

Bir Gezginin Anıları, Üçüncü gün: Floransa, İtalya


11.08.2009 Salı 08:48

‘Rönesansın aydınlık yüzlü torunları’nın mekanına, Floransa’ya gidiyoruz. İtalya’nın ortalarına Toscana bölgesine doğru ilerliyoruz. Meg Ryan’ın ‘French Kiss’ filmini aratmayan bağlarla dolu bir yer burası. Ek olarak ayçiçek tarlaları sıra sıra dizilmiş, hepsi güneşe yüzlerini dönmüşler, mutlu bir şekilde… Tepelere yeşiller arasına gizlenmiş ortaçağdan kalma kaleler işlenmiş. Yeşile doya doya gidiyoruz.

Düzlük ve Arno nehrinin varlığından dolayı Floransa’yı ilk Sezar, askeri üs olarak kurmuş. Şimdiki şehir, Rönesansta Roma kalıntılarının üzerine kurulmuş.

İnsanları çok sade ama uyumlu giyiniyorlar. En önemlisi insaniyet bakımından gelişmiş olmaları. Bir profesörde olsanız, hiç okumayan biri de olsanız eşitsiniz. Zaten özel okul mevhumu yok, herkes devlet okullarına gidiyor ve öğrenciler her yıl zorunlu olarak görgü kuralları dersini almak zorunda. Bu da tabi insana verilen değeri gösteriyor. Zaten sokakta yürüdüğünüzde yol, arabaların olsa bile tüm arabalar size yol veriyor, sıraya girdiğinizde önünüzde bir bey varsa bayanlara yerini veriyor. İtalya’nın genelinde bu zihniyet hakim.

Sanatçı ruh, Floransa’da Rönesanstan beri nesilden nesile aktarılmış. Zaten böyle bir havayı soluyan bir insanın sanatçı olmamasına imkan yok! Sanatla iç içe olan çocukların zeka seviyesinin gelişimini gelin bir de siz düşünün!

Piazza della Signoria ve eski saray ve şimdi belediye binası olarak kullanılan Palazzo Vecchio’nun önündeyiz. Burada biraz Medici ailesinden bahsetmem gerek.

Mediciler Rönesans Floransa’sına damgasını vurmuş en önemli aile. 250 yıl Floransa’yı yönetmişler ve aileden iki kişi papa olmuş. İngilizce ‘medicine’ bu ailenin adından geliyor. Çünkü varlıklarına daha da varlık katan ilaç işine giriyorlar, tüm dünyaya ilaç satıyorlar. O kadar zenginleşiyorlar ki faizle para satmaya bile başlıyorlar.

İşte tüm Floransa onların sarayları, binaları, edindikleri tablolar ve yaptırdıkları heykellerle dolu. Bu meydan resmen Medicilerin bir zamanlar buraya ne kadar hakim olduklarının kanıtı.

Meydanın solunda Fontana di Nettuno, Ammannati’nin çeşmesinde deniz tanrısı Poseidon, etrafı su perileriyle çevrilmiş şekilde kabartılmış. Toscana deniz savaşları anısına dikilmiş.

Belediye binasının önünde Michelangelo’nun en ünlü heykeli Davud, zulüm karşısında kazanılan zaferin sembolü olarak dikilmiş. Yanlış anlamadıysam buradaki zulüm, Medici ailesinin halka yaptığı zulüm olabilir. Öyle ki halktan kaçmak ve yüzgöz olmamak için binalar arasına tepeden geçitler yaparak şehrin diğer tarafındaki yeni saraylarına gidip geliyorlarmış.

Medicilerin halka ve düşmanlarına uyarı niteliğinde Cellini’ye yaptırdıkları Perseus heykeli, görülmeye değer başka bir yapıt. Bir elinde kılıcı diğer elinde Medusa’nın kesit başı olan Perseus, adeta ‘Bakın, Medicilerle uğraşırsanız sonunuz böyle olur!’ der gibi.

Giambologna’nın tek bir mermer sütundan hayat verdiği ‘Sabine kadınlarının kaçırılış’ heykeli gerçekten görülmeye değer!

Meydanın hemen yanı başında İtalya’nın en büyük sanat galerisi olan Uffizi’nin dar yolundan geçiyoruz. İki yanımız göğe kadar Uffizi’nin binalarıyla kaplı. Medici ailesinden bu dünyaya tek kalan paha biçilmez tablolar burada sergileniyor. Sienalı ressam Simone Martini’nin Meryem’e Müjde’si, Boticelli’den Venüs’ün Doğuşu, Michelangelo’nun Kutsal Aile tablosu burada ikamet ediyor.

Buradan Arno Nehri’nin üzerine inşa edilmiş bir köprüye Ponte Vecchio’ya geldik. Yanlarında ve ortada sıra sıra kuyumcu dükkanları şıklıkta birbirleriyle yarışıyordu. Bizim allı, güllü, dallı altın mücevherlere inat, burada yarı değerli taşlarla ve camla birleştirilmiş, hepsi çok zarif ve sanat kokan tasarımlardı. Bayıldım!

En ünlü markaların olduğu büyük caddesinden geçerek nihayet portakal kubbeli Duomo, Santa Maria del Fiore’ye ulaştık. Avrupa’nın dördüncü büyük kilisesi olan Santa Croce, gotik tarzın en iyi örneklerinden. İçinde Michelangelo’dan Galileo’ya, Machiavelli’den Gaddi’ye ait freskler bulunuyor. Dış cephe olduğu gibi, beyaz, pembe ve yeşil mermerle giydirilmiş.

Kilisenin hemen ön tarafında bulunan vaftizhane’nin bronz kapısı ise tam bir baş yapıt! ‘Cennetin Kapısı’ adı verilen Lorenzo Gilberti’ye 1401 yılında vebadan kurtulmanın simgesi olarak ısmarlanmış. Aralarında Donatello’nun da bulunduğu yedi ayrı sanatçı arasından Gilberti seçilmiş, 21 yıl oğluyla beraber bu kapıya hayat vermişler. 10 ayrı karede İncil, Tevrat ve Kuran’dan sahneler kabartılmış. Adem ile Havva’nın cennetten kovuluşu, İbrahim peygamberin oğlunu kurban edişi sırasında gökten gelen koyun gibi…

Kapının adını da görünce ‘Aa, ne güzel cennet gibi!’ dediği için Michelangelo koymuş olmuş.

Kapının başka bir özelliği de Gilberti ve oğlunun kabartmalı olarak yüzlerinin kapı tokmaklarına işlenmiş olması. Bu sayede ölümsüzleşiyorlar. Bu kapıdan esinlenen Alfred Hitchcock, filmlerin sonunda hep kendisini gösterir ki yüzü ölümsüzleşebilsin!

Çok konuştum biliyorum, bir bu kadar daha konuşurum Floransa için. Hep istediğim Floransa cam küreciği elimde tadına doyamadan Floransa’dan ayrıldım.

Umarım bir kez daha gelebilirim.

Yarın Monte Catini bölgesi San Gimignano, Siena ve Pisa… :)
E

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder