Oldum
olası hissetmekten asla vezgeçmemişimdir. Hissetmek, var edilmiş
en güzel duyguydu hep benim için. Yaşamın vazgeçilmez bir
parçasıydı adeta, hep oradaydı. Hep benim yanımdaydı.
Hissetmek,
elde tutulur bir şey olmasa da yaşam kadar gerçekti aslında.
Çünkü insan olmanın da gereklerinden biriydi. Olmasa kesinlikle
yaşayamazdık, varolamazdık asla!
Hissetmek
deyince akla hep romantik, pozitif duygular gelir nedense. Aslına
bakarsanız oldukça yıkıcıdır da... Bir kaptırdınız mı
kendinizi toplayamazsınız, dağılıverirsiniz. Un ufak eder adamı,
kırıntıları bile toplayacak vaktiniz kalmaz. Öylece süpürüverir
sizi.
Sezgiler,
hissetmenin arkadaşıdırlar. Belki bir üst mertebesi... Genel
olarak yaşamın koşuşturması arasında pek onlara vakit
ayıramayız. Bir an hissederiz, genel olarak da üstünü
örtüveririz. Pek tabi bu bize yol, su, elektrik olarak geri döner.
Duygusal patlamalar, ya da yaşanacak bir olaya hazırlıksız
yakalanmalar... Öyle basit bir şeymiş gibi düşünmeyin. Ruhsal
paralizasyonlara kadar varır iş. Önceden bu duyguları
tanımlayamamışsan, ne zaman ortaya çıktığını
kavramlandıramamışsan çat diye ikiye böler ruhunu, aman ha
dikkat!
Bir
de toplum olarak böyle sezgisel insanları ayrıştırmak pek
hoşumuza gider bizim. Aslında hakkında bilmediğimiz bir sürü
konu hakkında öyle güzel biliyormuş numarası yaparız ki ,
evlere şenlik! Dedikoduyu, başkasını yıkıcı bir şekilde
eleştirmeyi, yerin dibine sokmayı öyle severiz ki! Neyse ki böyle
durumlarda -yeni tabirle- evren 'Al' der. 'Sen acımadan
eleştirmiştin, yaşa da gör o zaman' der. 'Kabak' gibi ortada
kalırsın! Ancak çentme yapılır artık senden, üstüne de soğuk
bir ayran!
Bu
aralar emin olduğum kesin bir konu var. Bir insana bir davranışı
hakkında ne kadar çok kızıyorsan o davranışı muhakkak senin de
yapıyor olduğun! Lütfen bu sözlerimi tekrar ve tekrar düşünün!
Tartıp biçin, bolca araştırın. Dediğim yere mutlaka
ulaşacaksınız.
Çünkü
karşılaştığınız, tanıştığınız hatta aileniz bile
rastgele sizinle tanışmamıştır. Malum, ruhumuzda tamamlanmamış,
kuvvetle muhtemel zarar görmüş parçalar var. Ve siz yeni
tanıştığınız ya da -farketmez ailenizden biri olsun- en çok
kime kızıyor ya da nefret ediyorsanız biliniz ki sizde de o
parçadan var. Ve siz o parçanızı inkar ettiğiniz için karşı
tarafta onu görmeye katlanamıyorsunuz. Yani karşı taraf bir ayna
aslında. Siz o aynaya yani kendinize bakmaya dayanamıyorsunuz.
İnkar ettiğiniz tüm duygular, rahatsız olduğunuz tüm düşünceler
tam orada, 'Kabak' gibi karşında!
Kabullenmesi
öyle zor, bir o kadar da acıtır ki, bilirim. Ama zor olanı
seçmişseniz yani kamil insan, bu dünyaya ne amaçla geldiğini
sorgulayan bir insan olmaya niyetlenmişseniz, bunu tez zamanda
kabullenseniz iyi olur. Ve neden kızdığınızı sorgulamak,
akabinde o parçanızı da kabullemeniz gerekecek.Üzgünüm ama
bence yapılması zorunlu gibi görünmekte.
Küçükken
hep derdik: 'Kendi diyen kendi olur', 'Aynaya bakan kendini görür'
diye... Ne doğruymuş. Bilinenin aksine küçükken daha bir olgun
oluyor herhalde insan. Zira orta yaşlarımda anladığım bir şey
daha varsa o da çocukken olduğum insana tekrar kavuşabilmek!
Belki
bu aynalar -insanlar- sayesinde eski anılarım tekrar canlanıyordur
ve esas 'Ben'i bulmama yardımcı oluyordur. Böyle düşünmek sizi
bilmem ama beni hem heyecanlandırıyor hem de umut veriyor.
Eminim
çoğunuz bu kavrayışlarımı çoktan keşfetmişsinizdir. Ya da
sindirmeye başlamışsınızdır bile... Lafım kendini tanımaya
çalışan ama labirentler içinde kaybolmuş hissini yaşayanlara...
Gençlere demiyeceğim. Çünkü kimin ne zaman olgunlaşacağı ya
da kim kime göre daha olgun kısımlarına hiç girmek istemiyorum.
Sadece biliyorum ki insan dediğin eşsiz bir varlık. Ve yollar
sadece o insana ait ve özel...
Bu
bağlamda diyorum ki;
Siz
hayatıma bir şekilde dahil olmuş tüm canlılar...
Sağolun,
varolun. İyi ki varsınız, iyi ki yaratılmışsınız.
Hepinizi
ayrı ayrı kucaklıyor ve sevgilerimi gönderiyorum.
Allah,
cümlemize tamamlanmayı nasip etsin.
Amin.
tuğba
ünsal
03.05.2014
12:19
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder