Dünya,
yeniden bir bilinmezlik girdabına girmiş gibi görünüyor. Yeniden
diyorum, çünkü tarih tekerrürden ibarettir felsefesine dayanarak
bir zamanlar bazı insanların başına gelenler bu sefer bizim
başımıza geldi gibi görünüyor. Sadece sorunun adı değişik, o
kadar.
Bu
süreklilik nereden geliyor? diye soracak olursak bilim ve
teknolojide ilerlediğimiz halde -ki biz buna maddiyatta
ilerlediğimiz halde diyelim, maneviyatta pek ilerleyemediğimiz
ortaya çıkıyor gibi. Zira her şeye sahipken halâ
neden mutsuz olduğumuzun cevabı burada saklı olsa gerek.
İstediğimiz her şeye kısa sürede sahip olurken doyumsuzluk
hissinin bizi içine çektiğinin farkında değiliz gibi.
Yanılıyorsam beni düzeltin.
En
basitinden, kaç kişi uyanınca görebilmenin, istediklerini
yiyebilmenin ve istediği tarzda giyinebilmenin tadına varabildi.
Dışarıda yürümenin bir nimet olduğunu, o güzelim havayı
ciğerlerine doldurabilmenin, güneş ışınlarının iliklerimizi
nasıl bedavadan ısıttığının çoşkusuna kapılabildi. Hayat,
öyle küçük mutluluklarda gizli ki! Biz illa, bunları kaybedince
ya da kısıtlanınca anlayabiliyoruz. Anlamak da bir nimet. Ona da
şükür, öyleyse...
Aslında
biraz yukarıdan bakabilsek olaylara, ne muazzam bir planın içinde
olduğumuzu görürüz. Mühim olan belki görmek de değil.
Gördükten sonra rolümüzü en iyi şekilde oynayabilmek. Tüm bu
karmaşa geçtikten sonra yine eski “Biz”e mi döneceğiz? Yoksa
kendimize bir çeki düzen verip bir başkası için yaşamaya devam
mı edeceğiz? Belki de “Bir başkası” olmadığını her
canlının bir bütünün parçası olduğu ve çokça kıymet
verilmesi gerektiğinin bilincine mi varacağız?
Hakikaten,
canla başla çalışmanın, üretmenin (ne olursa) keyfine
varabilecek miyiz? Boş laflarla peynir gemisini yürütmeye mi devam
edeceğiz? Yoksa her an, bir başkasına nasıl faydalı olabilirim?
diye düşünerek ve planladıktan sonra harekete mi geçeceğiz? Bir
şeyler yapmaya çalışan insanlara köstek mi yoksa destek mi
olacağız? Bize sunulan her bir saniyenin yaşamak için ne büyük
bir fırsat olduğunu halâ
görmezden mi geleceğiz? Yoksa kabuğumuza çekilip kaderin
sillesini yemeği mi bekleyeceğiz? (Sanırım buradaki en önemli
nokta, asıl kudretin Allah’a ait olduğunu, bizi isterse minicik
bir virüsle bile helak edebileceğini görmemiz olacaktır.)
Vereceğimiz
karar da belirli mutlaka ama şahsen çalışan, üreten, pes etmeyen
gruba dahil olmayı isterdim. Gelecek de ne olacağız korkusunu bir
kenara atıp önümüzdeki imtihanlara karşı başarıyla
çıkabilmeyi dilerdim. Daha fazla şükredebilmeyi, iman olarak
kuvvetlenebilmeyi dilerdim.
O
zaman...
Diliyorum.
Şimdilik
yapabileceğim tek şey, bu.
Tuğba Ünsal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder