24 Ağustos 2025 Pazar


Evren 

Yıllardır insanoğlunun en çok merak ettiği konulardan biri evren. Önce çıplak gözle sonra teleskobun icadı derken uzaya gönderilen teleskop, sonda, uydularla evrene bakan birçok göz oldu. Her yeni gün, bilgi dağarcığımız genişliyor evren hakkında. Bir yandan matematik imdada yetişiyor, bir yandan fizik kuralları… 

İnsanoğlunun hep gözü dışarda. Tıpkı başkasının hatasına gözümüzü diktiğimiz gibi hep dış ile ilgileniyoruz, hiç içimize bakmak aklımıza gelmiyor. Varsa yoksa kim ne yapmış, kim kiminle ne yapıyor? “Neden bu böyle?” Diye sorarsak kendimize, kimse içine bakmaya cesaret edemiyor bence. Herkes kendisiyle yüzleşmekten korkuyor. Bunca yıl kendini inşa ettiği benliğinin yıkılacağından, kof bir benlik çıkmasından korkuyor. Zira herkes kendini çok iyi bir insan zannediyor. Bu gruba elbette ben de dahilim. O kof benliğin yıkılması ancak bir İnsan-ı Kamil’in yardımı sayesinde gerçekleşiyor. 

Herkesin köşe bucak kaçtığı mürşit kavramının ne kadar değerli olduğu bu noktada aşikâr. Kendini bir şey zannederken hiçbir şey olmadığını anlamak aslında yıkıcı ama bir o kadar da insana iyi gelen bir şey. 

İşte o mürşit, içine bak, diyor. Evren içinde. Tüm evren kuralları içinde gerçekleşiyor. Bak beyin dalgalarına, adeta bulutsular gibi beynini sarmış. Galaksilerin birbirleriyle olan bağlantısı vücuttaki kılcal damarlar gibi. İçinde bir sıkıntı olup acı çektiğinde adeta içinde bir süpernova patlamış gibi oluyor. Bir sevinçte yeni bir yıldız doğuyor içinde belki. Birine âşık olup evlendiğinde kendi Güneş sistemini oluşturuyorsun. Güneş Allah ise -haşa sen, eşin ve çocukların Güneş’in etrafında dönüyorsunuz. Sıkıntıların sonu selamet, zira bir karadelik misali Hz. Muhammed senin sıkıntılarını bir paratoner gibi içine çekiyor. Öbür dünyadan da olsa! 

Bu düşünceler beni oldukça rahatlatıyor. Allah’ın bizi neden yarattığına dair içimde yeni umutların oluşmasını sağlıyor. İyi ki yaratılmışım hissi oluşuyor. Bu da Allah’a tekrar ve tekrar şükretmemi sağlıyor. 

Umarım hem dış evrende hem iç evrende işler yolunda gider. Yeni yeni keşifler meydana gelir. Ve bunun sonucunda Allah’a âşık oluruz. Tek âşık olacak olanın O, olması hasebiyle… 

24.08.2025 
12:58
Ruhu kanatlandıran… 

Bugün nasıl diye baktım bir kendime… Kaybolmuş mu bulacaktım yoksa neşe içinde dans ederken mi? Fısıltılarla baş başa mıydı yoksa gönlü gark olmuş uçsuz bucaksız uzay manzaraları karşısında ne olacağını hiç düşünmeyen? 

Baktım, bir müzik tınısı içinde kaybolduğumu anladım. Müzik başlayınca beynim başka bi,r frekansa geçiyor gibi. Ayrıca sanatla yoğurulmuş bir kalp taşıdım hep içimde. O yüzden bu kaybolmalar zor değil, benim için. Zorlukları yenebilmemde de en büyük araçlardan biri müzik. Allah’ın onu neden yarattığını çok daha iyi anlıyorum artık. Sıkıntıları gideren en iyi arkadaşlardan biri o bence. 

Bir yandan rahatça düşünmemi sağlıyor, zira kafam rahatsa stresten uzağım demektir. Stres beni bloke ediyor çünkü. Rahat düşünemiyorum, her insan gibi. Herhangi bir şey hayal etmemde de en büyük kolaylık müzik. Düşünceler oradan oraya savrulmuyor. Bilakis adeta dans ediyorlar. Bu da benim hayal gücü kapasitemi arttırıyor. 

Tuhaf bir şekilde müzik, yazmamı da kolaylaştırıyor. Ama her ezgi değil. Bazı ezgiler resmen içimden kelimelerin dökülmesini sağlıyor. Şaşırtıcı ama gerçek, bu benim için. Yazmak güzel şey. Sadece başına oturup içinden geldiği gibi yazmak gerekiyor. Korkmadan, hiç canını sıkmadan yazmak… 

Düşününce insan bir tuhaf oluyor. Zira, insan yazmaya başlayınca içinde neler olduğu ortaya çıkıyor. Daha önce hiç düşünülmemiş, hayata dökülmemiş cümleler… Bilinçaltından fırlayan, uzun zamandır kullanılmamış kelimeler… O yüzden belki hep yazmak gerekiyor. Düşüncelerin hangi yolu takip edeceği önemli değil. Önemli olan onların içten dışarıya çıkması. Belki de ilham dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Kim bilir! 

Belki de yeni bir tını, beyinde yeni yollar açtığı için daha önce düşünülmeyen kelimelerin ortaya çıkmasına sebep oluyordur. Neden olmasın. Sevdim bu düşünceyi. Yollar ne kadar gidilip gelinirse beyin damarları bir o kadar sağlamlaşıyordur. Bu da yazmayı kolaylaştırıyordur. Olamaz mı? Olabilir. 

Bir de sanki müziğin tınısına göre kelimeler şekilleniyor gibi. Her farklı tını, farklı kelimeleri çağrıştırıyor ya da titreştiriyor diyelim. Müzik, insanın ruh halini değiştirdiği için yazdığın yazı da o duyguları yansıtan kelimelerden seçiliyor. Bu düşüncem, belki de daha önce ispatlanan bir teori olabilir. Olsun. Yine de bunu öncelikle benim kendim için keşfetmem önemli. 

Mesela iki ayrı piyanist olsun. İkisi de aynı şarkıyı icra etsin. Biri çalarken ruhun kanatlanır, biri çalarken sıkılırsın. Burada duyguyu verebilen kazanıyor diyebiliriz. 

Yazmak da yanı, bir tabloyu resmetmek de aynı… Kendini geliştirmenin adı buysa, kullanalım şu beyin hücrelerini… Hiç keşfedilmemiş yerlerine ulaşalım. Tıpkı evrende ulaşamadığımız noktalar gibi… 

Bir öğretmenimin dediği gibi gerçekten evren içimizdeymiş. Bu da ayrı bir yazının konusu olsun. 

E
23.08.2025 
12:38

20 Mart 2020 Cuma

X'in Maceraları / Ah şu Corona!


Ah şu Corona!

Bugün yine ne iyilik yapsam diye düşünürken birden aklıma geldi. Malum, dışarıda salgın bir hastalık vardı. Özellikle yaşı ileride olanların dışarıya çıkması uygun değildi. Komşumuz Hüseyin amca da yaşını baya almış bir emekli astsubaydı. Üstelik hem Koah hastası hem de şekeri vardı. Dışarıya çıkması onun için oldukça tehlikeliydi. İşte bu yüzden onun için markete gitmeye karar vermiştim. İyi de, bunu nasıl yapacaktım?

Hemen bir plan yaptım. Maskemi ve koruyucu gözlüğümü taktım. Beremi başıma geçirdim. Plastik olmayan botlarımı ve pamuklu ceketimi giydim. Neden plastik dersen? Çünkü duyduğuma göre hastalık yapan virüs, plastiğin üzerinde uzun süre kalabiliyormuş. O yüzden plastiği tercih etmedim. Zaten plastik de doğal olmayan bir malzeme. Böyle günlerde bile yine bir zararı ortaya çıktı desene!

Kimse ile konuşmadan, önümdeki insanlara mesafemi koruyarak ilerledim. Markete geldiğimde, bir insan için en temel ihtiyaçlar ne olabilir, diye düşündüm. Sabun, kolonya ve sirke mutlaka olmalıydı. Sonra su, sebze, biraz da meyve. Araştırdım. Bağışıklığımızı korumak zorundaymışız. Başka ne olabilir? diye düşünürken, Hüseyin amca, bulmacaları çok sever. Evde canı sıkılmasın diye ona bir de bulmaca kitabı aldım. Kimseye ve hiçbir yere dokunmadan aldıklarımın parasını ödeyip marketten ayrıldım. Hüseyin amcanın evine geldiğimde aldıklarımı teke tek poşetinden çıkarıp alkollü mendille sildim. Ellerimi de dezenfekte ettikten sonra aldıklarımı temiz bir poşete koydum. Usulca kapılarının tokmağına poşeti astım. Parmak uçlarıma basarak evime geri döndüm.

Ayakkabılarımı kapının önünde çıkardım. İçeriye girmeden üstümdekileri çıkararak bir bez torbaya doldurdum. Çamaşır makinesine torbayı attım ve makineyi çalıştırdım. Sonra bir güzel banyo yaptım. Hem de en köpüklüsünden...

Bugünkü maceramın biraz tehlikeli olduğunun farkındaydım. Ama insan kendine bir şey olacak diye iyilik yapmaktan mı vazgeçecekti? Hayır, bu bana hiç uygun görünmedi. Niyeti iyi olanın sonu da iyi olur. Buna inanmaktan vazgeçmemeliyiz. Yaptığımız her iyilik yanımıza kar kalır derken kapı çaldı.

Kapıyı açtım. Kimse yoktu. Ama bir hışırtı sesi geldi. Kapının koluna baktım. Biri bir poşet asmıştı. Poşeti içeriye aldım. İçinden kalın kapaklı ve deri ciltli bir defter çıktı. İçini açıp baktığımda gözlerime inanamadım. Defterin içine çok eski tarihli, rengarenk pullar dizilmişti. Bir çok ülkeye ait pullar. Kim göndermiş olabilirdi? Pulları sevdiğimi bilen biri ve pul koleksiyonu olan biri olmalıydı. 

Derken gözlerim fal taşı gibi açıldı. Hüseyin amcaydı bu. Yaptığım iyiliğe karşılık vermek istemiş olmalıydı.


Ama ne cömert bir karşılık!